İrfan ofisindeydi. Önündeki fotoğraflara, raporlara ve şemalara bakıyordu. Hava aydınlanmamıştı daha. İrfan o gece uyumamıştı. Uykusu da yoktu. Uykuya da çok ihtiyacı yoktu. Çalışması gerekiyordu.
Bu 11 günlük periyotta grubunu 41 kişiye çıkarmayı başarmıştı. Alexandra’dan haber yoktu. İrfan onu beklemeyi sürdürüyordu. Aklı ailesinden gelecek haberdeydi. Ara sıra telsizden sesleniyordu ama cevap yoktu Alexandra’dan. İrfan koltuğunda geriye yaslanıp derin bir nefes verdi.
Grubun mühimmatı azalmıştı. Vidar’a yapılan fenrir saldırıları, şehir merkezine yapılan operasyonlar cephaneyi tükenme noktasına getirmişti. Durum daha da kötüleşmeden cephane edinmeliydiler. İrfan bu yüzden 10 gündür yakınlardaki bir askeri üssü gözlemlemeleri için gözcü gönderiyordu. Bizzat kendi de gitmişti birkaç sefer. Şimdilik amacı yeteri kadar cephaneyi Vidar’a getirmekti. İlerde ise askeri üssü tamamen kontrol altına almaya çalışacaklardı.
İrfan ayağa kalktı. Pencerenin önüne gelip otelin arkasındaki çam ormanına baktı. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Kışlaya yapacakları operasyonu düşünüyordu. Riskliydi ama yapılması gerekiyordu. Alexandra’nın bıraktığı notlar arasında mühimmatın nasıl üretileceği vardı ama üretecek durumları yoktu. İrfan pencereyi açtı ve derin bir nefes aldı. Kendilerini daha da güvene almak için kışladaki silahlara ihtiyaçları vardı.
İrfan dışarı çıkıp hava almaya karar verdi. Odasından çıkıp çatıya yöneldi. Yine güzel bir esinti vardı. Çatının kenarına bir koltuk çekti ve denizi izledi. İçinde bir sıkıntı vardı. Aslında bu harekatı istemiyordu ama Burak ve diğerleri bunu yapmanın önemini defalarca anlatmıştı. O da en sonunda onaylamıştı.
Bakışlarını kendi evine çevirdi İrfan. Artık iyice benimsemişti orayı. Karşılarına Burak ve Tuana taşınmıştı. Bu ilişkiyi ilk duyduğunda garipsemişti ama düşünce aslında ne kadar uyumlu olabileceklerini anlamıştı. Tuana çok renkli bir kişiliğe sahipti. Çoğu şeyi şakaya vurabilen bir kişiydi. Ancak ciddileştiği zaman ise tamamen farklı biri oluyordu. Her ne kadar şakacı biri de olsa yüksek bir görev bilinci vardı. Toplantılarda şaka yaptığını görmemişti İrfan henüz. Ona güveniyordu. Burak biraz daha ciddi takılan biriydi. Çok çalışkan bir yapısı vardı. Tuana kadar şaka yapmıyordu ama yaptığı zaman da insanları kırıp geçiriyordu. İrfan o ikisini düşünce bir an dünyadan uzaklaştı.
İrfan sandalyede dikilip arkasına baktı. Gelen Ayla’ydı. İrfan Ayla’nın bir sandalye çekip yanına oturmasını izledi. Saçlarını biraz kısaltmıştı. İrfan bunu hemen fark etti.
“Keşifciler döndü” dedi Ayla.
İrfan “Evet?” dedi.
“Durum öncekiyle aynı. Cephaneliğin önü nispeten temiz. Fenrirler daha çok yatakhanelerin oradalar” diyerek özetledi.
İrfan “Bunu yapmak istemiyorum” dedi.
Ayla buna biraz sinirlendi. “Cephanemiz bitince bizi nasıl koruyacaksın?” İrfan’ın evini işaret etti. “Tuğçe’yi nasıl koruyacaksın? Her yere yetişemezsin”
“Biliyorum” dedi İrfan. “Bu yüzden de oraya girmemiz lazım”
“Evet” dedi Ayla. “İstesek de istemesek de…”
“Saat akşam 7’de bu harekata katılan herkesi lobiye topla. Planın üstünden geçeceğiz” dedi İrfan.
Ayla emri anladığını belirterek kafasını salladı ve oradan ayrıldı. İrfan, Ayla’nın her tartışmada Tuğçe’den bahsettiğini düşündü ama üstünde çok durmadı. Akşama kadar dinlenmeyi düşündü. Şu anda yapılması gereken bir şey yoktu. İrfan sandalyesinden kalktı. Çatıdan aşağıya baktı. Ardından kendini boşluğa bıraktı. Ekim yapılan yerlerin tam arasındaki yolan düştü. O sırada otelde nöbet tutan iki kişi irkildi. Bunlar daha yeni katılmıştı. İrfan gülümseyip evine doğru yürüdü.
İrfan eve sessizce girdi. Evde ses yoktu. Tuğçe uyanmamıştı. İrfan operasyon planının yapmak için otelde kalmıştı. Tuğçe de kalmak istemişti ama İrfan onu zorla da olsa ikna edip eve göndermişti. İrfan yavaşça Tuğçe’nin yanına kıvrılıp biraz uyudu.
Birkaç saat sonra Tuğçe uyandı. İrfan’ın yanında olduğunu göünce mutlu oldu. Sessizce kalkmak istedi ama Tuğçe’nin kalktığını hisseden İrfan da uyandı.
“Günaydın” dedi İrfan.
“Günaydın” dedi Tuğçe. “Uyandırdım mı?”
İrfan yatakta doğruldu “Yoo” dedi. “Zaten ben de yeni yatmıştım” dedi de gülümsedi.
Tuğçe ayakta esneyip İrfan’a döndü. “Ne zaman geldin?”
“Hava ağarıyordu ben geldiğimde” dedi ve o da ayağa kalktı.
Tuğçe lavaboya yöneldi. “Uzun mü sürdü plan işi?”
İrfan onu gözleriyle takip etti. “Evet. Bir de keşifcileri bekledim”
Tuğçe durup bir anda İrfan’a döndü. İrfan’a endişeyle bakıyordu. “Gitmesen?”
İrfan gülümsedi. “Gitmem lazım. Hepimiz için” dedi.
Tuğçe kafasıyla onayladı. “Biliyorum. Sadece sana bir şey olsun istemiyorum”
İrfan olduğu yerden fırlayarak Tuğçe’ye sarıldı. Tuğçe onun hareket ettiğini göremedi bile. Sadece onun kendisine sarılışını ve İrfan’ın sıcaklığını hissetti. Bu çok hoşuna gidiyordu. İrfan ayrılıp “Sen merak etme. Sen burada olduğun sürece ben hep döneceğim” dedi.
Tuğçe derin bir nefes çekti. Bu onu rahatlatmıştı. Kısaca sarılıp duş almak için ayrıldı. İrfan ile Tuğçe o gün bolca birlikte zaman geçirdiler. Birlikte kahvaltı ettiler. Kişilere düşen payları ayırmak için çalıştılar. Plajda yürüdüler. İrfan kasabayı saran çam ormanını da duvarların içine almak için planlarını anlattı. Tuğçe hevesle onu dinledi. Tuğçe İrfan’ın imkansız görülen çoğu şeyi yapabileceğini düşündü. Başlarında İrfan olduğu sürece çoğu şey mümkünmüş gibi geliyordu.
İkili akşama doğru üsse geldiler. Saat henüz 7 olmamıştı ama harekata katılacak hemen herkes lobideydi. 25 kişi bu operasyona katılıyordu. İrfan’ı görenler, özellikle yeni katılanlar, dikkatle ona bakıyordu. İrfan merdivenlerin başında Burak ile Tuana’nın konuştuğunu gördü. Tuana’yı hiç bu kadar endişeli görmemişti. Demek ki Burak’ı seviyordu. İrfan güçlü bir ıslık çaldı. Burak ile Tuana kafalarını çevirip ona baktı. İrfan Burak’a işaretlerle brifingi için hazırlık yapmasını söyledi. Burak kafasıyla onaylayıp asansörle yukarı çıktı.
Bir müddet sonra Ayla, Burak, Deniz ve Ahmet eşyalarla aşağı indiler. Ellerinde şemalar, haritalar ve planlarla geldiler. Bir da büyükçe bir tahta getiriyorlardı. İrfan’ın da yardımıyla hızla kurdular. Tahtanın üstünde kışlada bulunan şemayı yapıştırdılar. Üstüne bir şeyler çizilmişti.
İrfan tahtanın önüne geçti. Herkesin dikkatini çekmek için çok hafif bir otorite aurası salıp boğazını temizledi. Herkes bir anda İrfan’a baktı. Çoğu yere veya kanepelere oturdu. Kimisi de ayakta dinlemeye başladı.
“Planın üstünden geçeceğiz” dedi İrfan. “Bildiğiniz üzere iki gruba ayrılıyoruz. İlk grubu Burak yönetecek. Amaçları fenrirlerin dikkatini dağıtmak” İrfan kışlanın ortasındaki yatakhaneleri işaret etti. “Fenrirler burada yoğunlaşmış durumda” dedi. Parmağını haritanın sağına, doğuya doğru, kaydırıp “C” yazılmış bir binanın ortasında durdurdu. “Amacımız burası. Normalde buraya ulaşmak için hem lojmanların hem de yatakhanelerin önünden geçilmesi gerekiyor. Ancak” C harfinin arkasını gösterdi. “Buradaki duvarı yıkarsak. Direkt olarak cephaneliğin arkasına çıkarız. Oradan cephanelikten kamyona yüklememiz de kolay olur.”
Zaten bunları herkes biliyordu. İrfan hiçbir şey unutulmasın diye bir daha üstünden geçiyordu. İrfan haritada kışlanın girişi işaret etti. B işareti vardı. “Burak’ın takımı fenrirleri üstüne çekecek. Böylece bize ekipmanları yükleyip kaçmak için zaman kazandıracak. Fenrirleri iyice bizden uzaklaştırdıktan sonra. Gruba dağılma emri verecek. Bu sürede bizle iletişimde kalarak ne olduğunu anlatacak. Tahminimiz silahları yükleme çok zamanımızın olmayacağı”
İrfan tekrar cephaneliğin arkasını işaret etti. “Ben ise çok daha küçük bir ekibi yöneteceğim. Gecenin karanlığından ve Burak’ın fenrirleri dikkatini dağıtmasından yararlanarak çok hızlı bir şekilde kamyonu yükleyip kaçacağız. Fenrirler zaten iyi göremiyorlar. Sessiz ve hızlı hareket edersek büyük bir sorun yaşamayız. Cephanelik etrafında neredeyse hiç fenrir olmayacağını düşünüyoruz. Ancak olursa ben sessiz bir şekilde halledeceğim. Yükledikten sonra Burak’a haber verip Vidar’da buluşacağız. Soru var mı?”
Operasyona katılacaklar zaten daha önceki bilgilendirmelerde sorularını sormuşlardı. Bundan dolayı soru sorulmadı. “Peki” dedi İrfan. “Yarım saat sonra çıkıyoruz” Herkes hazırlıklarını yapmak için dağıldı. İrfan baltasını ve silahını hazırlamıştı çok önceden. Başka da bir şeye ihtiyacı yoktu. Zaten çok da mühimmat kalmamıştı.
İrfan lobideki hazırlığı izliyordu. Deniz ona yaklaştı. İrfan onu yük taşımaya seçmişti. “Hazır mısın?” dedi Deniz.
İrfan ona doğru kafasını çevirdi. “Evet” dedi. “Son derece hazırım”
Deniz dişlerini göstererek güldü. “Hadi bakalım”
İrfan o an onun iyi bir komutan olabileceğini düşündü. Saldırı Birliği’nin başına getirebilirdi ileride. İrfan diğerlerinin hazırlanışını izledi. Bu o ana kadarki en büyük harekattı. Onlarla ilgilenerek zaman geçirdi. Kamyonu hazırladı. Fenrirleri üstüne çekecek birlikle konuştu. Diğerlerine yardım ederek zaman geçirdi.
Tuğçe ise geri planda yardım etmeye çalışıyordu. Mühimmat için depoları ayarlıyordu. İlk yardım çantalarını düzenliyordu. Ancak aklı İrfan ve diğerlerindeydi. Her ne kadar istemese de bunun yapılması gerekiyordu. İrfan güçlüydü ama her yere yetişemezdi. Diğerlerini korumak için cephane lazımdı.
Harekat saati geldi. Arabalar ve kamyon hazırlandı. Bazıları kendilerini biraz daha korumak için kask takmıştı. İrfan bıçağını ve silahını hazırladı. Hazır hissediyordu. Kamyonun kasasında gidecekti. Böylece yolculukta herhangi bir tehlike olması durumunda müdahale edecekti.
İrfan araçların olduğu yere geldi. Herkes oradaydı. Hazır görünüyorlardı. İrfan’dan emir bekliyorlardı. İrfan herkesin ortasından yürüyerek kamyona doğru ilerledi. O yürürken herkes sessizleşti. Herkes onu izliyordu. İrfan yürürken parmağıyla gökyüzünü işaret etti. Bu ‘harekete hazır olun’ demekti.
Tuğçe İrfan’ı kamyonun önünde bekliyordu. İnsanların sessizleştiğini görünce İrfan’ın geldiğini anladı. Bakışları hemen onun geldiği yöne döndü. İrfan yere bakarak yürüyordu. Sağ eliyle yukarıyı işaret ediyordu. Bu işaretle birlikte operasyona katılacaklar araçlara binmeye başladı. Tuğçe İrfan’ın önüne gelip durdu. İrfan kafasını kaldırıp ona baktı. Son derece ciddi bir ifadesi vardı. Bu garip bir şekilde Tuğçe’yi rahat hissettirdi.
Kısa süre bakıştıktan sonra Tuğçe “Kendine dikkat et. Geri gel” dedi.
İrfan boştaki sağ eliyle Tuğçe’nin omzundan tuttu. Gülümseyerek “Senin uykun gelmeden önce burada olacağım” dedi. Yanağından öptükten sonra kamyonun kasasına iki kere vurdu. İlk önce kamyon sonra diğer araçlar motorlarını çalıştırdı. İrfan Tuğçe’ye selam vererek kamyona atladı ve yola çıktılar.
Gözcülerin önceden belirlediği en güvenli rotayı takip ettiler. Yavaş bir şekilde ilerlediler. Ufak fenrir saldırılarını İrfan rahatça savuşturdu. Planın ilk aşamasında kamyon gruptan ayrılıp kışlayı dolaşacaktı. Diğer grup ise güvenli bir mesafede bekleyecekti. İrfan’dan gelecek işaretle harekete geçip fenrirleri üstlerine çekip kaçacaklardı.
Grup kamyonun ayrılacağı yol ayrımına gelince durdu. İrfan kamyondan, Burak ise arabasından indi. Etraflarında birkaç kişi de vardı.
“Hazır mısınız?” dedi İrfan.
Burak ilk önce araçlara baktı. Sonra tekrar İrfan’a baktı. “Hazırız” dedi.
İrfan Burak’ın göğsüne hafifçe vurdu. “Hadi bakalım” dedi ve kamyona tekrar atladı. Verdiği işaretle kamyon oradan uzaklaştı. Burak kamyonun gözden kayboluşunu izledi. Sonra o da arabasına geri bindi. Telsizden “Kontrol” dedi.
“Duyuyorum” dedi İrfan telsizden.
“Pekala” dedi Burak ve beklemeye devam etti. Stresliydi ama İrfan’a güveniyordu. Dikiz aynasında kendine baktı. Ellerini yüzünde gezdirdi. Bu işin olup bitmesini istiyordu. Arka koltukta oturan Kaan “Gergin misin?” diye sordu.
“Biraz” dedi Burak aynadan Kaan’a bakarak. Kaskını takıp hazırlanmıştı. “Bu işin hemen bitmesini istiyorum”
Kaan iç çekerek “Ben de” dedi ve sessizce İrfan’dan gelecek işareti beklemeye başladılar.
Birkaç dakika sonra İrfan’in sesi telsizden yükseldi. “Hazırız” dedi.
Burak arabasını çalıştırarak “Anlaşıldı. Harekete geçiyoruz” dedi. Diğer üç araba da motorlarını çalıştırdı. Grubu fenrirleri gürültüyle üstlerine çekip bir müddet oyalayacaktı. Daha sonra dağılıp kaçacaklardı ve Vidar’da buluşacaklardı.
Burak motoru bağırtarak harekete geçti. Son ses müzik açıp kışlaya doğru ilerledi. Diğerleri de aynı şekilde takip etti. En önde Burak gidiyordu. Kışlanın girişini o gördü. Fenrirler çoktan dışarı çıkıyordu. Kışlanın girişinde yoğunluk vardı. Kaan ve ön koltuktaki Adem camlardan sarkıp ateş etmeye başladılar. Fenrirler tek tek düşmeye başladı. Burak ise araba sürmeye odaklanmış durumdaydı. Fenrirlere iyice yaklaşmak istiyordu.
Yeterince yaklaştığını düşünerek ani bir fren yapıp sola kayarak döndü. İki araç sol tarafa iki araç sağ tarafa kaçacaktı. Etrafta bir müddet dolaşıp kaçacaklardı. Burak şimdiden İrfan’ın kamyonun yarısını doldurduğunu düşünüyordu. Onun inanılmaz hızını görmüştü. Yine de kazandırabileceği maksimum süreyi kazandırmak istiyordu.
Burak ve ona eşlik eden beyaz araba hızla fenrirlerden kaçıyordu. Fenrirler onları takip ediyordu. İlk soldan döndüler. Dolambaçlı bir yoldan tekrar kışlaya doğru gidedeceklerdi. Kışlanın önünde biraz daha dikkat dağıtıp kaçacaklardı. Şu ana kadar her şey sorunsuz gidiyordu. Burak ve diğer araç bir kez daha sol yapıp kışlanın önündeki yola çıktılar. Kalabalık bir fenrir grubu onları kovalıyordu. Onların biraz daha yaklaşmasını sağlamak için yavaşladı. Sonra tekrar hızlanıp farkı açtı. Bir süre oyaladıktan sonra arabasını Vidar’a doğru sürmek için döndürdü. Kendisine eşlik eden araç da öyle yaptı. Birlikte hızlandılar.
Burak beyaz aracı takip ediyordu. Öndeki aracın bir şeyden kaçmak için ani bir manevra yaptığını gördü Burak. Öndeki araç çekilince tam önlerine büyük bir fenrir çıktı. Burak da direksiyonu kırdı ama fenrire çarpmaktan kurtulamadı. Burak’ın aracı çarpmanın etkisiyle sola doğru savrulup takla attı. Burak kendini korumak için başını ellerinin arasına aldı. Araç takla attıktan sonra sürüklenip durdu.
Burak ters duran arabada etrafına baktı. “İyi misiniz?” diye seslendi. Sadece Kaan’ın sesi geldi. “İyiyim” dedi. Ön koltuktaki Adem camdan sarkmak için emniyet kemeri takmamıştı. Boynu kırılmıştı. Burak onun başını hiç mümkün olmayacak bir şekilde büküldüğünü gördü.
Şoku atlatıp emniyet kemerini çözdü ve emekleyerek çıktı. Birkaç yeri kanıyordu ve galiba birkaç kaburgası kırıktı. Nefes alırken acı çekiyordu. Kaan’ı ise kaskı kurtarmıştı. Kaan sürünerek çıktı. Adem ise hareket etmiyordu. Ölmüştü. Burak zorla ayağa kalkıp Kaan’ın yanına gitti.
Kaan arabadan çıkmayı başarmıştı ama bacağını tutuyordu. “Bacağım” diye inliyordu. Burak kırıldığını düşündü. Yanına eğilip “Tamam. Sakin ol” dedi. Telsizini aradı ama bulamadı. İrfan’a bu durumu bildirmesi gerekiyordu. Etrafına bakındı. Telsizi yoktu. Kazanın olduğu yere baktı.
Gördüklerine inanamadı bir an. Çok sayıda fenrir üstlerine geliyordu. “Hayır ya” dedi Burak. Silahına davrandı. Silahındaki kurşun sayısı yetmeyecekti ama ateş etti. Bir yandan da bağırdı. İrfan’a sesleniyordu. Yardım istiyordu ama İrfan kışlanın öbür tarafındaydı. Onun bile duyması imkansızdı.
“Kaç” dedi Kaan. Doğrulup sırtını kaza yapmış arabaya yaslamıştı. O da ateş etmeye hazırlanıyordu.
“Hayır” dedi Burak. “Seni bırakamam” ateş etmeye devam ediyordu ama fenrirlerin sayısı çok fazlaydı. Etrafları sarılıyordu.
“Bırakmak zorundasın” dedi Kaan. Kaskını çıkarmıştı. Sesi çok sakindi. “Ben yürüyemem. Sen de beni taşıyamazsın. Yaralısın.” Kaan da ateş etmeye başlamıştı.
Burak bunun doğru olduğunu biliyordu. Kendisini kurtarmalıydı. Ancak Kaan da onun arkadaşıydı. Geride bırakamazdı.
Burak’ın kurşunu bitti. Kendini savunabileceği bir şeyi kalmamıştı. Kaan Burak’ın bacağına dokundu. Tabancasını ona uzattı. “Tek şarjör var. Eğer kaçamazsan son kurşunu kendin için ayır” dedi. Hala sakindi. Olacakları kabul etmişti.
Burak tabancayı aldı. “Kaan” dedi.
Kaan gülümseyerek “Git” dedi. “Senin bekleyenlerin var. Ben onları oyalarım”
Burak bir kez daha fenrir grubuna baktı. Yavaş yavaş geliyorlardı. Çok yakındılar. Grubun arkasında yeşil bir sis bulutu vardı. Burak tekrar Kaan’a baktı. “Özür dilerim” dedi. Eğilip elini sıktı.
“Hadi” dedi Kaan. “Herkese selam söyle”
Burak doğruldu. Tam o sırada arkalarında bir şeyin yere düştüğünü duydular. “Bunu kendin de söyleyebilirsin” dedi bir ses. Ardından o sesin geldiği taraftan bir rüzgar esti. Her şey durdu. Fenrirler, sis bulutu, Burak, Kaan… Sadece rüzgar esiyordu. Sanki arkalarında bir şey nabız atışına benzeyen titreşimler gönderiyordu. Her bir atışta ise sert bir rüzgar esiyordu.
Burak da Kaan da kafalarını çeviremiyorlardı. Her şey durmuştu. Görecekleri şeyden korkuyorlardı. Sanki bir çeşit ayak sesi duymaya başladılar. Çok tok bir ses gibiydi. Her bir ayak sesine bir titreşim ve rüzgar eşlik ediyordu. Ayak sesleri yaklaştıkça şiddet artıyordu. Tam sol taraflarına bir şey belirdi. Burak bütün cesaretini toplayıp o tarafa baktı. Bir çift siyah-kırmızı gözle göz göze geldi. Kalbi çok hızlı bir şekilde attı. Gözler de ona dönünce olduğu yere çöktü Burak. Titreşim ve rüzgar ondan geliyordu.
“Gidin” dedi o gözlerin sahibi. Ses çok tanıdıktı ama Burak ve Kaan bir şey düşünemiyorlardı. Sesin sahibi tekrar fenrirlere doğru baktı ve yürümeye devam etti. Fark biraz açılınca Burak onun İrfan olduğunu fark etti. Burak ayağa kalkıp Kaan’a yardım etti. Sekerek biraz uzaklaştılar. Bir çalılığa saklanıp izlediler.
Gördükleri şeye ikisi de inanamadı. İrfan çoktan fenrirlerin çoğunu biçmişti ve gözden kaybolmuştu. Ancak yeşil bir sisin içinde bir şeylerin hareket ettiğini görebiliyorlardı.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………
İrfan ve kamyon Burak ve diğerlerinden ayrılıp planlanan yoldan devam ettiler. Biraz ilerledikten sonra ışıklarını ve motoru kapatıp devam ettiler. İrfan kamyonu kolayca itiyordu. İstese taşıyabilirdi de. Bunu daha önce düşünmüştü
Cephaneliğe sessizce yaklaştılar. Tahmin ettikleri gibi etrafında neredeyse hiç fenrir yoktu. İrfan telsizden hazır olduklarını söyledi. Hemen ardından motor sesini duydu. Motor sesini duyunca İrfan cephaneliğin kapısını çok da zorlanmadan açtı ve grup ellerine geçen her şeyi hızlıca kamyona yüklemeye başladı. İrfan olabildiğince hızlıydı. Diğerleri de eşlik ediyordu. Birkaç dakika içinde kamyonun yarısından fazlasını doldurmayı başarmışlardı. İşler iyi gidiyordu. İrfan buradan hızlıca ayrılmak istiyordu.
İrfan birazdan Burakların geri döneceğini biliyordu. Birkaç kutu yüklendi. Kamyona bırakırken çok ince bir tıslama sesi duydu. Tam arkalarında yeşil bir sis vardı. İrfan tehlikenin yaklaştığını hissetti. Diğerlerine kamyona binmelerini söyledi. Herkes işini bırakıp kamyona bindi. İrfan tam kasaya atlamak üzereyken sis onun ayaklarının altında belirdi ve hızla onu sardı. İrfan öksürmeye başladı. Boğazı yanıyordu. Bir şeyin onu tuttuğunu hissetti. Kamyondan uzağa fırlatılmadan önce sadece “Gidin” diyebildi.
İrfan kamyondan birkaç metre uzakta yerde yatıyordu. Gözleri sulanmıştı. Nefes almakta güölük çekiyordu. Şiddetli bir şekilde öksürüyordu. Kamyonun uzaklaştığını duydu. Zorlukla da olsa doğrulup etrafına baktı. Öksürük krizine tutulmuştu. Ağzından kan da geliyordu. Yoğun bir sisin içindeydi. Gözleri yanıyordu. Aurasını açmayı denedi ama enerjisi tükeniyordu.
Yakşalık 2.5 metre boyunda, ince uzun bir silüetin ona yaklaştığını gördü. İrfan’ın ayağa kalkacak enerjisi bile yoktu. Silüet ileri atıldı. İrfan bir anlık enerji patlamasıyla sağa doğru kendini attı. Bu onun kalan enerjisini de tüketmişti. Nefes alamıyordu. Ağzından ve burnundan kan geliyordu. İrfan ilk defa öldüğünü hissediyordu. Soluna bakınca silüetin yaklaştığını gördü. İrfan hiçbir şey yapamazdı. Güçsüzdü. Silüet öldürmese bile bu zehir onu öldürecekti.
Silüet ona yaklaşmaya devam ederken İrfan’ın aklına silahı geldi. Güçlükle silahını aldı. Silüete doğrulttu elini sabit tutamıyordu. Silüet bir anda durup başka bir yöne baktı. Dikkatini başka bir yerdeki bir şey çekmişti. Silüet oraya doğru hareketlendi. İrfan’dan vazgeçmişti.
İrfan’ın elindeki silah düştü. Ağız ve burnu kan olmuştu. İrfan yolun sonuna geldiğini düşündü o an. Çok uzun bir yol olmamıştı onun için. İrfan gözlerini kapadı. Yaşamın ondan sökülmesine engel olamıyordu. Hayalleri vardı. Hayallerini düşünüyordu. Yapacak çok şeyi vardı.
Hayaller… Vidar… Tuğçe
“Geri gel”
İrfan içinde bir şeylerin yanmaya başladığını hisetti. Sanki içinde bir şeyler çalışmaya başlamıştı. İrfan sıcaklığın yayıldığını hissediyordu. İlk önce ayaklarına ve bacaklarında bir karıncalanma hissetti. Bu çok garipti. Sanki bir şey bacaklarını kaplıyordu. Gözlerinde de aynı şeyi hissetti. Ardından o his sağ koluna da geldi.
İrfan gözlerini açtı. Sis dağılmıştı. Ölmemişti. Çok garip bir güç hissediyordu. Sanki odaklansa çevresindeki şeylerin atomlarını görebilecekmiş gibi hissediyordu. Görüşü gelişmişti. İrfan ayağa kalktı. O esnada sağ kolunun direk altından sol kolu gibi olduğunu gördü. İrfan’ın ayakları da birer fenrir ayağı gibiydi. Uzaklardan bir yerlerden “Kaan” dendiğini duydu. Burak’ın sesiydi bu.
İrfan sinirlendiğini hissetti. Siyah bir aura dışarı sızıyordu. İrfan “Bütün fenrirler ölmeli” dedi kendi kendine. İçinde bir öldürme isteği vardı. Sadece öldürmek istiyordu. Fenrirleri kesmek, doğramak istiyordu. İrfan yerinden adeta bir mermi gibi fırladı. Silah seslerini duyuyordu.
Birkaç saniye içinde kışlanın önündeki yoldaydı. Burak’ın aracı takla atmıştı. Burak elindeki tabancayı fenrirlere doğrultmuştu. İrfan yere inmeden önce Kaan “Herkese selam söyle” dediğini duydu.
İrfan yere sert bir iniş yaptı. Tam onların arkasındaydı. “Bunu kendin de söyleyebilirsin” dedi İrfan. Sesi hırıltılı hatta canavarca çıkmıştı. Aurası sızmaya devam ediyordu. İrfan Burak ve Kaan’ın irkildiğini gördü. İkiside heykel gibi kalakalmıştı. Fakat İrfan sadece fenrir öldürmek istiyordu. Ne aurasıyla ne de o ikisiyle uğraşabilirdi. İrfan fenrir ordusuna doğru ilerliyordu.
Burak ile Kaan’ın yanından geçerken “Gidin” dedi. Birkaç adım daha attıktan sonra fenrirlere doğru atıldı. Fenrirleri kollarıyla kağıt gibi parçaladı. Fenrirler direnemedi bile. İrfan yeşil sisin içine daldı. Boğazı yanmıyordu. Gözleri acımıyordu. İrfan güldü. Sisin içindeydi ama etrafını rahatlıkla görebiliyordu. Silüetin aslında yeşil, uzun ve çelimsiz bir fenrir olduğunu görünce keyiflendi. Az kalsın bu çelimsiz yaratık onu öldürüyordu.
İrfan yeşil fenrire saldırdı. Fenrir şimşek gibi bir reflekse kaçtı. İrfan daha hızlı olması gerektiğini düşündü. Tekrar silüete döndü. Bu sefer çok daha hızlı saldırdı. Yeşil fenrir ne olduğun algılayamadan ortadan ikiye bölünmüştü bile. İrfan fenririn gövdesini bacaklarından ayırdıktan sonra çok uzaklara fırlattı.
İçindeki ateş dinmemişti. Daha çok öldürmek istiyordu. Etrafındaki fenrirlere saldırdı. Onlarca fenriri katletmesi çok kısa bir zaman sürdü. Etrafta öldürecek fenrir kalmayınca İrfan durdu. İçindeki ateş sönmüştü. Sakindi. İrfan onca fenririn arasında öylece durdu. Kolu, gözleri ve ayakları normal haline döndü. Derin derin soluyordu.
Kendini kaybetmişti. Ne olduğunu net hatırlamıyordu. İrfan korktu. Ya bunu bir daha yaşarsa ve etrafında öldürecek fenrir olmazsa… O zaman ne olacaktı. İnsanlara mı saldıracaktı? Ya Tuğçe’nin yanında olursa bu… Düşüncesi bile korkunçtu. İrfan Vidar’a gitmemeyi bile düşündü. Fakat ona geri gelmesi emredilmişti. En iyisi dönüp Tuğçe’ye anlatmaktı. O ne yapılması gerektiğini bilirdi.
İrfan bir anda Burak ile Kaan’ı hatırladı. Kaza yapmış arabaya döndü ve hızla ilerledi. Ön koltuktaki adam ölmüştü. Yeni katılanlardan biriydi. İrfan sima olarak hatırlıyordu. Etrafına baktı. Kaan ve Burak yoktu. “Neredesiniz?” dedi.
Burak çalılıktan çıkıp “Buradayız” dedi. “Kaan’ın bacağı kırık”
İrfan oraya yöneldi. “Sende bir şey var mı?” dedi Burak’a.
“Kaburgalarımdan birkaçı kırıldı herhalde. Birkaç da çiziğim var” dedi Burak’a. İrfan onu dinlerken Kaan ile ilgileniyordu. Bacağı kırılmıştı ama onun dışında bir şeyi yok gibiydi.
Burak da Kaan’a doğru eğildi ama İrfan ile konuşuyordu “Sana ne oldu?” dedi.
Kaan “Sanki Azrail geldi sandık” dedi. Burak, Kaan’ın konuyu güzel anlattığını düşündü.
İrfan “Bilmiyorum ben de. Kontrolümü kaybettim. Vidar’da anlatırım. Ben de anlamadım” dedi. Onca şeye rağmen İrfan’ın telsizi hala üstündeydi. “Kışlanın önündeyiz. Bizi alın” dedi telsizden.
“Yola çıkıyoruz” diye cevap geldi. İrfan yere oturdu. Burak da onun yanına oturdu. Etraf sakindi. Fenrir olsa bile yanlarında İrfan’ın olmasının rahatlığı vardı.
İrfan, Burak’ın omzuna hafifçe vurdu “Seni Tuana’ya götüreceğim” dedi ve güldü.
Burak da İrfan’ın rahatladığını görünce o da rahatladı. İrfan’ın başından geçenleri anlatacağını biliyordu. “Müstakbel eşlerimiz bizi kesin tokatlayacak” dedi.
Kaan bu ortamda bacağının ağrısının hafilediğini hisetti. “Vay be. Birisi belki de yaşayan en güçlü canlı ve Vidar’ın lideri, diğeri ise onun sağ kolu ama yine de kız arkadaşlarından korkuyorlar” dedi.
İrfan omuz silkip “Doğru” dedi. “Onların rütbeleri yüksek”
Üçlü birkaç dakika oldukları yerde bekledi. Ardından bir kamyonet geldi. İrfan Kaan’ı öne oturttu. Kendi ve Burak ölen arkadaşlarını da alıp kasaya atladılar. Kısa bir yolculuktan sonra Vidar’ın kuzey kapısından girdiler. İrfan ölen kişiyi bekleyen kişilere teslim etti. Güzelce temizlenip törenle gömülmesini istedi. Kısa bir süreliğine şehit olup olmadığını düşündü. Bir sonraki toplantıda operasyonlarda vefat edenlerin şehit olarak adlandırılmasını konusu gündeme getirmeye karar verdi.
İrfan hızlı adımlarla mal indirme bölümünden üsse girdi. Topladıkları cephaneyi merak ediyordu. Hızlıca lobiye hareket etti. Lobide bir kalabalık vardı. Herkes onları veya onlardan gelecek bir haberi bekliyordu. İrfan’ın lobiye girmesiyle pek çok rahatlamıştı. Yüzler gülüyordu. Ta ki İrfan ölüm haberini verene kadar. Ortamdaki sesler kesildi.
İrfan kalabalığın içinden geçerek otelin önüne çıktı. Tuğçe bahçedeki banklardan birine oturmuş bekliyordu. İrfan onu görünce omuzlarından bir yük kalkmış gibi hissetti. Görevini tamamlamıştı.
İrfan’ı fark eden Tuğçe koşup ona sarıldı. “Geldin” dedi.
İrfan da kollarını onun etrafına doladı “Demiştim” dedi. Kısa bir süre sarıldılar. İrfan kamyona doğru hareket edince Tuğçe onun işinin tam olarak bitmediği anlayıp onu serbest bıraktı. Ancak yakınında durmayı sürdürüyordu.
Silahlı kişiler kamyonun çevresinde bekliyordu. Böyle bir şey söylediğini hatırlamıyordu. İrfan ve Burak olmadığında komuta Ayla’daydı. O söylemiş olabilirdi. Kamyonun çevresinde bekleyenler İrfan’ı görünce dikildiler. İrfan kamyonun kasasını açtırdı. Tam doldurmamış olsalar bile oldukça fazla mühimmat almışlardı.
“Bunları depoya götürün. Güzelce yerleştirin ve iki tane nöbetçi koyun” dedi İrfan. Kamyonun etrafında bekleyenler kafalarını sallayıp onayladılar. İrfan’ın resmi görevi şimdi bitmişti. Sırada Tuğçe vardı.
“Eve gidelim” dedi İrfan. “Ne olduğunu anlatayım”
Tuğçe onayladı ve evlerine girdiler. İrfan hızlı bir duş aldı. Hava zaten sıcaktı. Soğuk bir duş alıp çıktı. Temiz kıyafetler girdi. Evde olduğu için sol kolunu gizlemiyordu. Oturma odasında gitti. Tuğçe çay yapmıştı. Onu bekliyordu. İrfan neyi anlatacağını kafasında toparlayıp Tuğçe’nin yanına oturdu. Tuğçe hiç konuşmadan İrfan’ın gözlerinin içine baktı.
İrfan başından geçenleri detaylıca anlattı. Tuğçe onu bölmeden, konuşmadan ve hiç soru sormadan, büyük bir dikkatle dinledi. İrfan cümlelerini “İnsanların içinde fenrire dönüşmekten korkuyorum. Sana bir şey yapmaktan korkuyorum” diyerek bitirdi.
Tuğçe sakince çayından bir yudum aldı ve gülümsedi. İrfan şaşırdı. Dönüştüğü zaman bırak Tuğçe’yi bütün Vidar birleşse onu durduramazdı. Peki Tuğçe neden korkmuyordu?
“Sen böyle bir şey yapmazsın. Neye dönüşürsen dönüş. Sen herkesin bildiği, benim sevdiğim İrfan’sın. Sen kesinlikle bize zarar veremezsin” dedi Tuğçe. Sesi sakindi.
“Ama ya etrafta ben dönüştüğümde fenrir olmazsa, o zaman ne olacak?” dedi İrfan. Endişeliydi.
Tuğçe çayını sehpaya bıraktı. İrfan’nın yüzünü iki elinin arasına aldı “Bana bak” dedi. Gülümsüyordu. “Korkuyor gibi bir halim mi var? Sen kimseye bir şey yapmayacaksın. İstediğin yaratığa dönüş. Dönüştüğün şeyin içinde sen olacaksın ve sen çok güçlüsün. Sen İrfan’sın ve öyle de kalacaksın” dedi. Sonra çayını tekrar aldı. “Zaten tam anlamıyla fenrir olsan şu an burada olmazdın” dedi.
İrfan kendini rahatlamış hissetti. Tuğçe haklıydı. O İrfan’dı. Herkesin bildiği İrfan… Bu düşünce onu iyi geldi.
“Hatta” dedi Tuğçe. Aklına bir şey gelmişti. “Bu gücünü kullanmayı öğren. Üstüne git. Kendni geliştir. Fenrirler çok hızlı evriliyor. Sen de evril” dedi.
İrfan “Bunu geliştirebilir miyim sence?” dedi.
“Bence evet” dedi Tuğçe. “İlk önce kontrol altına al sonra bütün vücuduna yay” dedi.
İrfan sakalını sıvazlayarak “Olabilir” dedi. “Deneyeceğim”
Tuğçe İrfan’ın çayına doğru baktı “İçmemişsin” dedi. İrfan çayını hatırladı. İçmeye başladı. Gece boyu oturup konuştular. Genelde gelecek hakkında konuşuyorlardı. İrfan uyuması için Tuğçe’ye ısrar ediyordu. Tuğçe uyumak istemese de en sonunda İrfan’a direnmekten vazgeçip uyudu.
O uyurken İrfan ayaktaydı. Uykuya zaten pek ihtiyacı yoktu. Kafası çalışıyordu. Kendini nasıl geliştireceğini düşündü. Planlar yaptı ama düşündüğü en son şey Tuğçe’nin hayatında olduğu için ne kadar şanslı olduğuydu.