İlerleyen günlerde Vidar’ın üye sayısı artarak nerdeyse 3 katına yaklaştı. İrfan’ın beklediğinden hızlı büyüyorlardı. Şu anlık erzak sıkıntıları yoktu ama şehre yapılan keşif ve yağma harekatlarında buldukları pek çok şeyin tarihi geçmişti. Ektikleri tohumlar normalden çok daha hızlı büyüyordu. Suyun neden halen aktığını çözmüşlerdi. Ana su dağıtım yerinde bir grup yaşıyordu ve herkesin şansına içlerinden biri oranın eskiden üst düzey bir yöneticisiydi ve hemen hemen her şeyi biliyordu. İrfan’ın isteğiyle Vidar koruması altına alındılar. Düzenli aralıklarla yiyecek- içecek gönderiyordu Vidar.
Bulundukları kasabanın etrafını yüksek, çelik ve kalın çitlerle çevirmişlerdi. Şehirdeki yağmalarda en iyilerini istemişti İrfan. Çitleri alınca kasabanın etrafını çevirmek zor olmamıştı. Birkaç jenaratör bulup yer yer elektrik de vermeyi başarmışlardı ki bunda Alexandra’nın rolü büyüktü.
Gruba bir doktor da katılmıştı. Bülent. İrfan onun yaşını sormamıştı ama 30 yaşlarının sonu, 40’lı yaşlarının başında olduğunu tahmin ediyordu. Yaşına göre gençti. Temiz bir yüzü vardı. Tek bir ağarmış saç teli yoktu. Çok sağlıklı görünüyordu. Saçlarını arkaya doğru yatırırdı. Dini yönü yüksek, mesleğinde son derece bilgili biriydi. Eşini ve çocuğunu kaybetmişti. Ancak kendisi yaşama sıkı sıkıya bağlıydı. Fenrirleri kafasına takmıştı. Onları incelemek istiyordu. Bu yüzden de İrfan ile son derece ilgileniyordu. İrfan’ın hayatının sonuna kadar onun doktoru olacaktı.
İrfan her sabah olduğu gibi bu sabahta erken kalkmıştı. Tuğçe’yle seçtikleri evde kalmaya alışmışlardı. İrfan duş alıp, üstünü değiştirip, artık üs olarak nitelendirdiği otele gitti. Evde kahvaltı pek etmiyordu. Otelde atıştırıyordu. Tuğçe ona bu yüzden kızıyordu ama İrfan kendini sorumlu hissediyordu.
Otelde nöbetçiler dışında kimse yoktu. İrfan selam verip içeri girdi. Lobi boştu. İrfan birkaç saniyeliğine burada pek çok kişinin çalıştığını hayal etti. Mutfağa ilerleyip kendine ayrılan ekmeği aldı. Birkaç tane ekmek yapma makinası ve bolca unları vardı. Ekmeğinin içine hızlıca bal ve reçel sürdü. Otelin çatısına çıktı.
Otelin çatısı açıktı. İrfan oraya bir koltuk, birkaç sandalye, masa, sehpa ve şemsiye koymuştu. Sabahları çok güzel bir rüzgar esiyordu. Uçsuz bucaksız deniz ve plaj gözlerinin önündeydi. Burada zaman geçirmeyi sevmişti. Kahvaltısını da burada edecekti.
İrfan elindeki sandviçi yavaşça yiyordu. İlk önce geçmişi düşündü. Sanki yıllar önce yaşamış olduğu öğrencilik hayatını aklından geçirdi. Okulda, arkadaşlarıyla bir kafede, evinde ödev yaparak geçirdiği zamanları düşündü. O zamanki sorunu akşam ne yemek yapacağıydı veya hafta sonu arkadaşlarıyla nereye çıkacağıydı. Ödevlerini, sunumlarını yetiştirmeye çalışmanın ne kadar basit bir şey olduğunu düşündü.
Şu anı düşündü İrfan. Önemli olan tek şey hayatta kalmaktı artık. Para derdi yoktu. Siyaset yoktu. Okul yoktu. Basit dertleri yoktu. Şimdi kendisiyle birlikte birçok hayatı düşünmeliydi. Güçlerini düşündü. Niye bu kadar güçlüydü? Neden bu güç onu seçmişti? Veya ona mı verilmişti bu güç? Bilmediği ve merak ettiği çok şey vardı.
İrfan kahvaltısını bitirirken geleceği düşündü. Bu şehri canlandırmaya söz vermişti. Sonra parça parça ilerleyecekti. Vidar bütün Dünya’ya yayılacaktı. Bundan emindi. Ancak bunu kimseye söylememişti. Herkes şu an içinde bulunduğumuz duruma odaklanmıştı. Dünya’yı düşünecek durumda değillerdi.
Belki de çocuğu olacaktı İrfan’ın. Onu büyütebileceği bir ortam yaratmak zorundaymış gibi hissediyordu. İrfan gülümsedi. Kendi kendine görev çıkartıyordu sürekli.
Kahvaltısını bitirdi. Yapacağı bir şey de yoktu. Saatine baktı. Nöbet değişimine daha vardı. İrfan yeni evine baktı. Tuğçe’nin evden ayrıldığını gördü. Su dağıtımda olan kişilere erzak sevkiyatı olacaktı. Bu tür işlerle Tuğçe ilgileniyordu. Bugün onun için yoğun geçecekti ki zaten Tuğçe işten kaçan biri değildi.
İrfan çatıya çıkan kapının açıldığını duydu. Çok ses çıkarmıyordu kapı ama İrfan rahatça duyabiliyordu. İrfan arkasını dönmedi. Ayak seslerinden kim olduğunu çıkarmaya çalıştı. Bunu ufak bir oyun olarak görüyordu. Ayaklar yere sert basıyordu. Özgüven olduğunu düşündü. Tuğçe olamazdı. Evden daha yeni ayrılmıştı. İki ayak sesi arasındaki zamana odaklandı. Sesler nispeten kısa boylu birine aitti. Alexandra olduğunu tahmin etti ve arkasını döndü. Doğruydu.
“Günaydın” dedi Alexandra cebinden sigarasını çıkarırken.
“Günaydın” dedi İrfan başıyla selam vererek.
Alexandra sigarasını yaktıktan sonra paketi İrfan’a uzattı. İrfan içmediğini belirtti. Alexandria “Aslında ben de uzun süredir içmiyordum. Bu olaylardan sonra tekrar içmeye başladım” dedi ve sigarasında bir nefes çekti.
İrfan tekrar denize doğru baktı. “Haksız de değilsin” dedi.
Alexandra da denize baktı. Dumanı üfledikten sonra “Hiç içmedin mi?” dedi.
“Hiç” dedi İrfan. “Ailemde de içen yoktu.”
“Ne güzel” dedi Alexandra hafifçe gülerek “Sağlıklı bir aileymişsiniz”
“Öyle” dedi İrfan ailesini düşünerek.
Birkaç saniye süren bir sessizlik oldu. Alexandra “Seninle bir şey konuşacaktım” dedi.
“Evet?” dedi İrfan Alexandra’ya dönerek.
“Amacın insanlığı kurtarmak. Öyle değil mi?” dedi Alexandra.
İrfan başıyla onayladı. “Öyle” dedi.
“İnsanlığı kurtarmamız için fenrirleri yok etmemiz gerek.” dedi Alexandra.
İrfan “Doğal olarak” dedi.
“O zaman bizim fenrirler hakkında çok şey bilmemiz lazım” dedi Alexandra bitmek üzere olan sigarasından bir nefes daha alarak.
İrfan bunu da onayladı.
Alexandra derin bir nefes daha alarak sigarasını bitirip çöpe attı. “Benim bazı fikirlerim var” dedi ciddiyetle.
İrfan “Dinliyorum” dedi.
Alexandra ellerini birleştirdi. “Bence Fenrirler doğal yaratıklar değil. Onlar yapay” dedi.
İrfan anlamadığını belirterek kaşlarını hafifçe çattı. “Nasıl yani?”
Alexandra “İnsanlar tarafından üretildiler” dedi.
İrfan elini çenesine götürdü. Sakalını sıvazlayarak “Bir insan neden böyle bir şey üretsin ki?” dedi.
Alexandra “Bilmiyorum. Belki bir kazaydı. Belki de hesaplanamamış bir terör saldırısı…” dedi.
İrfan kafasını salladı “Kaza olamaz. Büyük ihtimalle bütün Dünya’yı etkiledi. Kaza olsaydı yerel olurdu. Bu kadar hızlı da yayılmazdı”
“Doğru” dedi Alexandra. “Bir yerde planlanmış olmalı. Bir başlangıç yeri olmalı. Orayı bulmamız lazım”
“Evet” dedi İrfan. “Ama şu an olmaz. Grubumuz yeterli değil. Bilmediğimiz bir yolculuğa çıkamayız”
“Siz değil zaten” dedi Alexandra. İrfan’a biraz yaklaşarak “Ben” dedi. “Ben gideceğim ve neresiyse bulacağım”
“Seni kaybedemeyiz” dedi İrfan. “Hiç kimseyi kaybedemeyiz”
Alexandra geri çekildi. “Bunu ne kadar erken öğrenirsek o kadar iyi olacak”
“Doğru” dedi İrfan “Ancak senin yeteneklerine ihtiyacımız var”
“Eğer gelecekteki fenrir saldırılarını önlemek istiyorsan, bilgiye ihtiyacın var ve elimizde bu bilgiyi edinebilecek teçhizat yok” dedi Alexandra. “Beni gönder”
İrfan ANN’a danışmayı istedi. Üste herhangi bir yerde sorulan soruya cevap verebiliyordu ama çatı kapsama alanı dışındaydı. Alexandra’nın haklı olduğunu biliyordu. Bilgiye ihtiyaçları vardı. İleride çok işe yarayacaktı. Fenrirler hakkında çok basit şeyler biliyorlardı.
“Ne istiyorsun ve ne kadar süreliğine gideceksin?” dedi İrfan.
Alexandra istediğini almıştı. “Hiçbir şey istemiyorum. Tek gideceğim. Belki birkaç hafta sonra dönerim. Belki de aylar sonra… Bilemem” dedi.
İrfan “Pekala. Git o zaman ama senden bir ricam olacak” dedi.
Alexandra şaşırmıştı. “Nedir?” dedi.
İrfan kendisiyle gelmesini işaret etti. Alexandra ile birlikte İrfan’ın ofisine gittiler. Ofis yeni düzenlenmişti. İrfan’ın koltuğu camın önündeydi. Koltuğun önünde koyu kahverengi, geniş bir ofis masası vardı. Masanın üstünde bir masaüstü bilgisayar vardı. Masası oldukça düzenliydi. Masanın önünde genişi bej misafir koltukları. Ortada da bir sehpa vardı. Odanın solunda büyükçe bir dolap, sağında panolar ve birkaç süs bitkisi vardı.
İrfan odaya girince gözüne daha önce orada olmayan dosyalar takıldı. Onlara fazla bakmadan masanın öbür tarafına geçti. Küçük bir kağıt alıp bir şeyler yazdı. Çekmeceden bir de anahtar çıkardı. Yazı yazdığı kağıdı masanın öbür tarafında duran Alexandra’ya itti.
“Ailemin evinin adresi. Yolun düşerse kontrol edebilir misin?” dedi ve anahtarı da kağıdın yanına itti. “Bu da anahtar”
Alexandra kağıdı aldı. “Burası neresi bilmiyorum” dedi.
Odadaki konuşmayı dinleyen ANN konuya dahil oldu. Hemen kayıtlardan oraya nasıl gidileceğini çekip çıkardı.
Alexandra kağıdı ve anahtarı alıp cebine koydu. “Kontrol edeceğim. Ailen oradaysa getireceğim. Yoksa onlara ne olduğunu öğrenmeye çalışacağım” dedi. “Başka bir emrin yoksa yola çıkmak istiyorum.”
İrfan olduğu yerde dikildi. “Ben askerliğimi bile yapmadım. Bir binbaşına emir veremem” dedi ve güldü.
Alexandra da gülerek karşılık verdi. “Senden çok iyi bir komutan olur. Belki ileride olursun”
İrfan omuz silkti. “Ona ileride bakarız” dedi.
Alexandra kafasıyla masadaki kağıtları işaret etti. “Lazım olabileceğini düşündüğüm her şey orada. Bak bence bir ara.”
İrfan başıyla onayladı. “Bakacağım”
Alexandra “O zaman ben gideyim. Yolum uzun. Görüşürüz” dedi.
İrfan başıyla hafifçe sallayarak “Görüşürüz. Haberleri bekliyor olacağım” dedi. Alexandra arkasını dönüp odadan ayrıldı. İrfan ondan gelecek haberleri bekllemeye başlamıştı bile.
İrfan koltuğuna oturup Alexandra’nın kağıtlarını inceledi. Basit elektronik aletlerin, günlük hayatta kullanılacak makinelerin nasıl çalıştığına dair yazılar vardı. Alexandra şemaları kendi çizmişti. İrfan’a göre şaşırtıcı şekilde detaylıydı. İrfan sonra tekrar incelemek amacıyla kağıtları kaldırıp dolaba koydu.
Tam o sırada ofisinin kapısından içeri Tuğçe girdi. Sağ elinde bir kap sol elinde ise bazı kağıtlar vardı.
Tuğçe’yi görünce İrfan’ın içi huzurla doldu. Onun yanında kendini rahatlamış hissediyordu. Tuğçe elindeki kabı İrfan’ın masasının üstüne koydu. “Sana yiyecek bir şeyler getirdim” dedi.
İrfan zaten yediğini söylemeyi düşündü ama vazgeçti. “Teşekkür ederim” dedi. Masanın etrafından dolaştı ve Tuğçe’nin karşısına oturdu. Kabı açtı. İçinde iki yumurta, doğranmış domates ve salatalık, bal, reçel ve birkaç dilim ev yapımı ekmek vardı.
Tuğçe elindeki kağıtları masaya koydu. “Bunlar da şu anki erzak miktarımız” dedi. İrfan Tuğçe’nin gözlerinin parladığını görebiliyordu.
İrfan kağıtları alarak koltuğunda arkaya yaslandı. Hızla inceledi. Erzak miktarı gerçekten fazlaydı. İrfan mutluydu. Tuğçe’ye kağıtların üzerinden bir bakış attı. Tuğçe hevesle bakıyordu. Belli ki işini iyi yaptığını düşünüyordu.
İrfan kağıtları sehpaya koydu. “Eğer ben senin patronun olsaydım. Sana zam yapardım. Çok iyi iş” dedi.
Tuğçe beklediği övgüyü alınca sevindi. “Teşekkür ederim. Bunu hem sevgilimden hem de liderimizden duymak çok hoş” dedi.
İrfan Tuğçe’nin sevindiğini görünce mutlu oldu. Herkes çok çalışıyordu ama Tuğçe’nin ekstra çalıştığını da biliyordu. “Dinlenmen de lazım biliyorsun değil mi?” dedi.
Tuğçe “Merak etme sen. Çok yorucu bir iş değil zaten. Ancak bazı tohumlar çok hızlı büyüyor. Çok hızlı meyve veriyor” dedi.
İrfan “Zaten öyle olması gerekmiyor mu? Okuduğumuz belgelerde çok hızlı ürün verecekleri yazıyordu” dedi.
Tuğçe “Evet ama ya bu özellikleri bize zarar verirse? Ya bunların genetiği bizim için kötüyse?” dedi kafasını eğerek. İrfan bunun gerçekten Tuğçe’yi endişelendirdiğini fark etti.
İrfan bir dilim domates yedi. Organik domateslerin kokusunu ilk defa bu tohumların ürünlerinden almıştı. “Yapılan araştırmaları sen de okudun. Hem zaten bunları yemekten başka çaremiz yok. Ya yiyeceğiz ya da aç kalacağız” dedi.
Tuğçe iç çekerek başını kaldırdı “Haklısın. Belki de ben gereksiz yere endişeleniyorum” dedi. O da yemeye başladı.
İrfan “Benim bugün fazla bir işim yok. Senin de yoksa sahilde biraz yürüyelim” dedi.
Tuğçe bu yürüyüşleri seviyordu. “Tabii ki” dedi. İkili sohbet ederek kahvaltılarını bitirdi. Gerçi bu İrfan’ın ikinci kahvaltısıydı ama Tuğçe’yle yemek yemeyi seviyordu. Tuğçe’ye ve ilerideki ailesnie bol bol zaman ayırmaya söz vermişti İrfan. Çünkü onlar İrfan’ın bütün bu koşuşturmadaki en güvenilir limanları olacaktı.