Bölüm 5 – İkinci Uyanış

İrfan’ın tek başına savurduğu ufak tefek yaratık saldırıları dışında sıkıntısız bir yolculuktan sonra şehre geri döndüler. Daha önce seçtikleri noktalardan ikincisinde, ilk noktada yaratık saldırısı olmuştu, grubun geri kalanıyla buluştular. Bu nokta yine ormanlık bir alandı ancak ağaçlar daha sıktı. Yakınlarda ufak bir nehir akıyordu. Bu sık ağaçlar arasında ufak bir açıklıkta kamp kurmuşlardı. İrfan’ın yolculuğunda gruba iki yeni kişi katılmıştı. Kısa boylu, kısa saçlı, tombul yapılı Burak G. ve uzun boylu, ince yapılı, güzelliğiyle herkesi büyüleyen Alara. Alara aynı zamanda grubun en küçüğüydü.

Kamp alanına girdikten donra jipten atlayarak indi İrfan. Yeni gelenler dahil herkes onu çevreledi. İrfan kendini kısaca yeni gelenlere tanıttı ve yaşadıklarının kısa bir özetini anlattı. Onlara gücünü gösterdi. Herkes ilk başta çekinse de kısa zamanda kabul etti.

Gruba iki yeni kişi katılmıştı.

20 yaşında bir üniversite öğrencisi olan Alara. Uzun boylu ve alımlı bir kızdı. Siyah dalgalı saçları ve mavi gözleri vardı. Gayet temiz görünüyordu. İrfan Alara’nın diğerlerinin dikkatini çektiğini fark edebiliyordu. Alara ise kimseye pek dikkat etmiyormuş gibiydi. İrfan Alara’nın burnunun biraz havada olduğunu sezmişti davranışlarından. Alara büyük ihtimalle tek çocuktu. Bu yüzden ailesi onu pamuklara sarıp yetiştirmişti. Şu anda kimsesi yoktu ama yine de çok rahatsız edici olmasa da şımarık davranmaya devam ediyordu. Şımarık insanlardan ise İrfan nefret ederdi.

Gruba katılmış olan ikinci kişi ise Burak G.’ydi. Az konuşan, asosyal sayılabilecek biriydi. Elinden kitap düşmüyordu. Olaylardan önce 12.sınıf öğrencisiydi. Çok zeki biriydi. Özel bir okulda tam burslu okuyordu. Sakindi. Annesi ve babası dönüşmüş ve kardeşini öldürmüşlerdi. Burak G. ise o an okuldaydı ve tesadüfen izin alarak tuvalete gitmişti. Böylece saklanmış ve kurtulmuştu. Burak G. biraz kilolu ve yaklaşık 170cm boyunda biriydi. Hafif bir sakalı vardı. Saçları kahverengi, düz ve kısaydı. Siyah gözleri vardı. Siyah çerçeveli bir gözlük kullanıyordu. İrfan Burak G.’nin grubun vazgeçilmez bir parçası olacağını anlamıştı.

İrfan diğerlerinin “erzak çadırı” dediği yere yöneldi. Atıştırmalık bir şeyler almaya karar vermişti. Açlık İrfan’a o insanken verdiği rahatsızlık kadar rahatsızlık vermiyordu. Uzun süre bir şey yemeyebilirdi. Ancak bunu tabii ki yapmayacaktı. İnsanlığını olabildiğince korumaya çalışıyordu.

Çadıra girdi ve bir konserve balık aldı. Bunları açmakta hep zorlanmıştı. Ancak bu sefer kağıt yırtar gibi kapağı açtı. Bulduğu bir çatalla yemeye başladı.

O sırada geçici süreliğine cebinde koyduğu ANN seslendi. “Sana oldukça saygı duyduklarını görüyorum”

İrfan çimlerin üzerine oturup ANN’ı çıkardı. “Öyle görünüyor” dedi ve çevreye dağılmış üyelere baktı.

ANN “Gördüğüm kadarıyla bir kamp alanındasınız. En yakın zamanda bir yerleşim yerine geçmenizi öneriyorum”

İrfan lokmasını yuttuktan sonra konuştu. “Bunu ben de istiyorum. Bununla ilgili çalışmalar yapılacaktı biz yoldayken”

“Erzağımız bitmeden yerleşmeli ve kendi yiyeceklerimizi yetiştirmeliyiz” dedi ANN.

İrfan bir lokma daha aldı. Hızla çiğneyip yuttu. “Doğru. Ben de öyle düşünüyorum.”

Çadırların ortasında piknik masaları vardı. İrfan bina araması gereken grubu çağırdı. Deniz notlarıyla ve kamerasıyla yanına geldi. 12 yer seçilmişti. İrfan hızlıca notlara baktı. Daha sonra çekilmiş fotoğraflara göz attı.

“Şimdi” dedi İrfan notlar ile fotoğraflara tekrar göz atarken. “Şehrin ortasında olmaz. Savunamayız.” İlk fotoğrafı gösterdi. “Bu bina olmaz” Bina hakkındaki notu bir kenara kaldırdı.

Grubun diğer üyeleri de İrfan’ın yanına geldi. Ahmet “Nasıl bir yer arıyoruz?”

İrfan “Benim aklımdaki yer şöyle. Grup büyüyeceği için geniş bir yer olmalı. Sadece bir bina yetmez. Genişleyebilmeliyiz. Toprak olmalı ki kendi sebzemizi, meyvemizi yetiştirebilelim. Ayrıca hayvancılık da yapabilmeliyiz. Çok büyük bir alan olursa savunamayız.”

Grup bu konu üzerinde uzun bir süre tartıştı. Sonuçtan seçenekleri ikiye indirdiler. Bunlardan biri yüksek duvarlı, bahçesi geniş, büyük bir yurt binasıydı. Olumsuz yanı şehrin biraz içine doğru olmasıydı. İrfan ve ANN yurt binasına yerleşebildikleri takdirde etrafının kademeli olarak yaratıklardan arındırılabileceğini söylemişlerdi. Ancak bunun için de mühimmat gerekecekti.

İkinci seçenek ise üç yanı çam ormanlarıyla çevrili bir sahil kasabasındaki bir oteldi. Çok korunaklı gözüküyordu. Büyükçe bir bahçesi vardı. Bina olarak da yeterliydi. Orman çok sık değildi. Yakınlarda ekim yapılabilecek alanlar da vardı. Ancak ulaşımı zordu. Bu yüzden hızlı bir şekilde büyüyemezlerdi ama savunabilirlerdi.

İrfan bu iki binayı da görmek istemişti. İçine girip bakılmalıydı. Son kararı ondan sonra vereceklerdi. Yakın olduğu için ilk önce yurt binasını kontrol edeceklerdi. Daha sonra otele bakacaklardı. Yarın ufak bir grupla yurda gidecekti.

Grup dağıldıktan sonra boş bir zaman olmuştu. İrfan kırık bıçağına yeni bir sap yapmayı istediğinden jipin bagajından baltasını aldı. Kalın bir ağaç dalına şekil vermeye başladı. Pençeleşmiş eli bunu için fazlasıyla güçlüydü. Bir ağaca sırtını verdi ve uğraşmaya başladı.

İrfan işine dalmışken birinin “Dur” diye bağırdığını duydu. Birinin ona yaklaştığını duyunca ayağa kalktı. Kaan’ı gördü. Kendisine doğru koşuyordu.

İrfan “Ne oldu?” dedi.

Kaan “Bir kadın seni soruyor” deyince İrfan iyice meraklandı. Beynine bir anca bir sürü soru dolmuştu. Burayı nasıl bulmuştu? İrfan’ı nereden biliyordu? İrfan bu sorularla birlikte kampın girişine yöneldi.

Kısacık saçlı, orta yaşlarda, ince yapılı bir kadındı konuştuğu kişi. Yanında büyükçe bir torba vardı.

Kasını durdurmuş olan Adem, İrfan’a döndü. “Alexandra. Seni istiyor. Bu kızı canavarlardan kurtardı” dedi.

İrfan Adem’in omzuna dokundu. Ufak bir aura etkisiyle onu oradan uzaklaştırdı. Sonra Alexandra’ya döndü. Mutant olan mıydı?

İrfan içtenlikle elini uzattı. “İrfan” dedi. “Kimsiniz?”

Alexandra Türkçe anlamadığını belirtir şekilde kafasını salladı.

İrfan İngilizce “Kimsiniz?” diye tekrarladı.

Alexandra kendi adını söyleyip İrfan’ın elini sıktı. Sesini alçaltarak “Mutant sen misin?” dedi.

İrfan “Evet” dedi. “Sen?”

Alexandra başıyla onayladı. “İlk mutant Alexandra Sutherland” dedi. İrfan’ın tahmini doğru çıkmıştı. Daha çok sorusu vardı ama acelesi yoktu.

İrfan onu bir piknik masasına davet etti.  Alexandra konuya hızlı bir giriş yaptı. “Güçlerin neler?”

“Bir şeyleri öğrenmem için izlemem veya bir kere anlatılması yeterli. Geçirdiğim hastalıklar beni güçlendiriyor.” dedi İrfan. “Seninkiler?”

Alexandra düşünceli bir şekilde masaya baktı ama gözleri herhangi bir şeyi görmüyor gibiydi. Birkaç saniye sonra konuşmaya başladı. “Kafamın içinde bilgisayar var. Hesaplamalar yapabiliyorum. Diğeri ise cansız varlıkların nasıl yapılabileceğini, nasıl çalışacağını, içeriklerinin ne olduğunu biraz uğraşarak anlayabiliyorum.” Ardından çenesiyle İrfan’ın sol kolunu işaret etti. “Bazı anormallikler görüyorum”

İrfan kolundaki kumaşı sıyırdı. “Yaratıklar bana saldırdı. Biri kolumu kopardı. Bilincimi kaybettim. Uyandığımda bu vardı” dedi kolunu gösterirken.

Alexandra kollarını birleştirdi. “Ne işe yarıyor?”

İrfan kolunu geri örttü. “İnsanüstü bazı şeyler. Hız, güç, algı gibi şeyler” diyerek özetledi.

Alexandra nefes vererek “Biraz dinlenmek istiyorum. Yeriniz var mı?” dedi.

İrfan ayağa kalktı. Deniz ve Kaan’dan boştaki çadırlardan birini kurmasını istedi. Alexandra dışarıda da yatabileceğini söyledi ama İrfan grubundaki herhangi birinin dışarıda yatmasını istemiyordu. Çadır hızlıca kuruldu. Alexandra dinlenmek için içeri girdi.

Böylece İrfan için boş bir zaman ortaya çıkmış oldu. Bıçağının üzerine çalışmaya giderken Tuğçe ve Ayla’nın sohbetini duydu. Grubun büyümekte olduğunu konuşuyorlardı. İrfan sayesinde…

Grup İrfan’ı liderleri olarak kabul edeli çok olmuştu. Burak grubun iki numarası gibi davranıyordu. Kimse de şu ana kadar itirazda bulunmamıştı. Zaten işin çoğunu İrfan yapıyordu.

Grup akşam yemeğine kadar serbest bir şekilde hareket etti. İrfan bıçağını tamir etti. Alexandra yemeğe doğru çadırından çıktı. Yemek için hava kararırken ateş etrafında toplandı herkes. Biraz balık tutulmuştu ama yine konserve yeniliyordu.

Akşam yemeği yendikten sonra İrfan ayağa kalktı. Hafif bir alkış ile herkesin dikkatini çekti. İrfan, Alexandra’yı işaret edince Burak çeviri yapmak için onun yanına gitti. “Bildiğiniz üzere kalabilecek iki yer seçtik. Yurt binası ve otel… Yarın yurt binasını keşfe ve eğer kalınacaksa yaratıklardan arındırmaya gideceğiz. İnsanların yaratığa dönüşmesi sabah olduğundan yurt binasında az kişinin olacağını tahmin ediyorum.  ANN 5 kişilik bir grubun yeterli olacağını söyledi. Bana da mantıklı geldi. Ben gideceğim zaten. Aranızda gönüllü var mı?”

İrfan’ın gideceğini söylemesinden sonra grubun çoğu üyesi el kaldırdı. “O zaman ben seçeceğim. Akın, Deniz, William ve Ayla yarın hareket benimle gelecekler. Diğerleri burada. Telsizden haberleşeceğiz. Soru veya eklemek istediğiniz bir şey var mı?” dedikten sonra gruba göz geçirdi.

Kimseden sen çıkmayınca İrfan devam etti. “İkinci olarak, grubun daha doğrusu bir isme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Böylece ne için mücadele verdiğimiz herkesin aklında bulunacak. Grubumuzun ismini VİDAR olarak düşündüm”

“Vidar?” dedi Ahmet kafasını hafifçe sağa yatırarak.

“İskandinav mitolojisinde intikam tanrısı. Bu yaratıklar, fenrirler, insanlığı öldürmeye teşebbüs ettiler” İrfan sağ yumruğunu sıktı. “Biz de bunun intikamını alacağız”

Gruptan destekleyici sesler yükseldi. “O zaman harekat için yarın saat 8’de nasıl hareket edileceğini tasarlamak için bir toplantı daha yapacağız. Sorunuz yoksa şimdilik bu kadar”

Bu konuşma Vidar projesinin sözlü olarak başlangıcı olarak arşivlere girecekti. Uzun yıllar sonra, insanlık tekrar doğduktan ve fenrir tehdidi ortadan kalktıktan sonra İrfan’ın konuşma yapıldığı yere İrfan’ın heykeli dikilecekti. Ve oradaki kişiler tarih kitaplarına yerini alacaktı.

İrfan konuşmayı yaptıktan sonra geri yere oturdu. Tuğçe de yüzünde bir gülümsemeyle gelip İrfan’ın yanına oturdu. Sağ koluna sarılarak başını omzuna yasladı. “Güzel konuştun”

İrfan sağ koluyla Tuğçe’yi sardı. “Teşekkür ederim” dedi.

Tuğçe bir müddet öyle kaldı. Ardından kafasını kaldırdı. “Sana bir şey olmasın yarın” dedi. İrfan onun sesinde gizlemeye çalıştığı endişeyi sezdi.

İrfan gülümseyerek cevap verdi. “Olmayacak merak etme” dedi. İrfan kendinden çok içindeki bu güce güveniyordu.

Tuğçe rahat bir nefes vererek başını tekrar yasladı. Biraz daha öylece oturdular. Ateşi izlediler, etrafı izlediler, konuşmadan öylece oturdular. İkisi de birbirini hayata bağladığının farkındaydı.

“Yarın için dinlenmem lazım” dedi İrfan. Uykuya pek ihtiyacı yoktu ama yine de dinlenmek istiyordu. Daha yeni yatmış Tuğçe’nin yanına uzanıp uykuya daldı.

Ertesi gün her zamanki gibi erken uyandı. Çadırından usulca çıkıp etrafa bakındı. Alara ve Burak G. nöbetteydi. İkisinin eline de silahın yakışmadığını düşündü İrfan. Atıştırmalık bir şeyler alıp masalarına doğru yöneldi. “Günaydın” dedi ikisine de.  Aynı şekilde karşılık aldı. İrfan saatine baktı. 6.30’du. Yani daha yarım saattir nöbet tutuyorlardı. “Bir şey olmadı herhalde” dedi İrfan Burak G.’nin yanına otururken.

Siyah uzun saçlarını kulağının arkasına atarken “Olmadı” dedi Alara. İrfan onun ‘ben üstünüm’ davranışının azaldığını fark edebiliyordu. Güzeldi ama güzelliğin artık pek de önemli olmadığı bir Dünya düzeni vardı.

“İyi” dedi İrfan. Aldıklarını masanın ortasına koydu. “Sanırım çay yapabiliriz” dedi ve tekrar ayağa kalktı. Ateşi yakıp suyu koyması çok kısa süresini aldı. Geri yerine oturmadan önce yurt hakkındaki belgeleri ve fotoğrafları aldı. Plana koyuldu. Alara ve Burak G. de ilgili görünüyorlardı.

İrfan çalışırken diğerleri de yavaş yavaş uyanıyordu. 8 demişti İrfan ama çok da aceleye getirmek istemiyordu. Gecikse de bir şey olmayacaktı. Yine de 8 olmadan harekata katılacak herkes hazırdı. İrfan bilgilendirmeye başlamadan önce onların kahvaltılarını bitirmesini bekledi. Sonra herkesi masaya çağırdı.

İrfan belgeleri masaya yaydı. “Yurt şehir içinde olduğu için etrafındaki fenrir sayısının fazla olacağını düşünüyorum ki ANN da aynısını düşünüyor. Sessiz ve hızlı ilerlemeliyiz. Girişi gören bir binada konuşlanacağız. Mümkün olduğu kadar yüksek olmalı. İki kişi oradan bizi izleyecek. Bizi potansiyel tehlikelere karşı uyaracak. Ben ve iki kişi aşağı inecek. Oradaki arabalardan birinin mutlaka alarmı olmalı. Diğerleri binanın içinde beklerken ben alarmı çalıştıracağım. Fenrirler dağıldıktan sonra binaya gireceğiz. Değerlendirmeleri yapacağız. Temizleyebilirsek temizleyeceğiz ve çıkacağız” diyerek planını anlattı.

Ayla söze girdi. “Diyelim ki temizledik. Eşyaları nasıl taşıyacağız onca fenririn arasından?”

“Onu temizledikten sonra düşünürüz” dedi İrfan. “Sorusu olan yoksa 15 dakika içinde çıkıyoruz”

Kimseden soru gelmeyince hareket edecek grup hazırlıklarına başladı. İrfan da ekipmanlarını kontrol etmek ve hazırlanmak için kendi arabasına gitti. Eşyalarını arabanın bagajında tutuyordu. Onarılmış baltasını aldı. İnceledi. Ardından tabancasını aldı. Yanına da birkaç şarjör… Her şey tamamdı.

Grup bundan sonraki harekatlarda yaratıkların darbelerini engellemek için kask takmayı kararlaştırmıştı ama İrfan için bu çok da gerekli bir şey değildi. Zaten kemikleri ve dolayısıyla kafatası oldukça dayanıklıydı.

Eşyalarını kontrol ederken arkasından yaklaşan ayak sesleri duydu. Ayak seslerinin ritminden gelenin Tuğçe olduğunu anladı. Tuğçe, İrfan’a arkasından sarıldı.

“Gidiyor musun?” dedi Tuğçe.

İrfan teması kesmeden arkasını döndü. “Evet” dedi Tuğçe’nin gözlerinin içine bakarak.

“Dikkatli ol” dedi Tuğçe. Gücüne rağmen İrfan’ın ne kadar dikkatli olduğunu biliyordu. Ama yine de söylemek istemişti.

“Olurum” dedi İrfan gülerek. Saatine baktı. Hareket saati yaklaşıyordu. Sol kolunda tam olarak durmadığı için sağına takmıştı. “Gitmemiz gerek” dedi ve bir anda Tuğçe’yi öptü. Bu uzun yıllar boyunca, operasyonlardan önce alacağı şans öpücüklerinin ilkiydi.

Tuğçe bunu beklemiyordu. Öylece kalakaldı. Birkaç saniye sonra kendine geldiğinde İrfan yanından ayrılmıştı. Arkasını döndü. İrfan ve beraberindekiler jipe biniyordu. Tuğçe, İrfan’nın sağ ön koltuğa oturuşunu izledi. Yüzünde hakim olamadığı bir gülüş oluştu.

Sürücü koltuğundaki Akın motoru çalıştırdı. Hemen ardından geri kalanlar da bindiler. İrfan pencereden dışarı bakınca Tuğçe’yi gördü. Gülümseyip el salladı. Tuğçe de ona karşılık verdi. Ardından operasyon grubu şehre doğru ilerledi.

Jip ormanlık alanda ilerlerken arka koltukta oturan Deniz “Nereye kadar arabayla gideceğiz?”

İrfan incelediği haritayı düşündü. “Ormanın batı tarafında bir otoyol var. Oranın sakin olduğunu biliyoruz. Otoyoldan ayrılıp şehrin içine giren yola gireceğiz. Gişeleri geçtikten yaklaşık bir kilometre sonra binalar başlıyor. Orada arabaları bırakıp yürüyeceğiz” dedi.

Ayla “Ne kadar yürüyeceğiz?”

Deniz “Çok uzak değil. Hatta yurdun üst katları otoyolu görüyor olabilir. Normalde 15-20 dakikada yürünür ama fenrirler de olacağı için biraz daha uzun sürecektir” dedi. Bu binayı ilk keşfeden Deniz olduğu için bilgiliydi. İrfan da ona güveniyordu.

İrfan dikiz aynasından Deniz’e baktı. “Bize rehberlik edeceksin” dedi.

Deniz kafasıyla onayladı.

Grup planlanan rotada rahat bir şekilde ilerledi. Otoyolda ve gişelerde daha önce gözlemlediklerinin dışında araba yoktu. Fenrir de gözükmüyordu. Gişeleri geçtikten biraz sonra jipten indiler. Jipten indikten sonra İrfan etrafı taradı. Görünürde fenrir yoktu ama İrfan önlerindeki binanın arkasındaki yaratıkların seslerini duyuyordu. Diğerlerinin duyduğunu düşünmüyordu. İrfan silahını ve baltasını kontrol etti. Ardından diğerlerine baktı.

Diğerleri de kasklarını takıyordu. Teçhizatlarını kontrol ediyorlardı. İrfan “Hazırsanız gidelim. Akşam olmadan kampta dönelim” dedi.

Diğerleri de onayladıktan sonra karşıya geçip yoldan aşağı indiler. Temkinli bir şekilde yürümeye başladılar. İrfan’ın insan üstü duyuları ve ANN sayesinde yavaş da olsa bir sorun yaşamadan yurda iyice yaklaştılar. Yurt görüş alanlarına girince durdular. İrfan sessizce “Yüksek bir yere çıkmalıyız” dedi ve hemen sağlarındaki, yurt binasının etrafını gören, 5 katlı bir iş yeri gördüler. İrfan kafasıyla binayı işaret edince grup oraya doğru hareket etti.

Bina bir büyük bir diş hastanesiydi. İki giriş saptamışlardı. Yurda bakan ana girişin önünde birkaç fenrir vardı. İrfan onları rahatlıkla etkisiz hale getirebilirdi ama etrafı gözetlemeden bunu yapmak istemiyorlardı. Binanın arkasında ise yangın merdiveni vardı. Yangın merdivenin karşısındaki bina ile diş hastanesini ayıran dar bir sokak vardı.

İrfan yangın merdivenine bakarak “Buradan çıkacağız” dedi. Yangın merdiveni açıktı. Girip en üst kata çıktılar. Binanın yurda bakan tarafı camdı. Yani rahatlıkla dışarıyı gözlemleyebilirlerdi. En üst kattaki muayenehanelerin birine yerleştiler.

İrfan “Binayı taramamız lazım. Bir fenrir sürprizi istemeyiz” dedi. “Siz burada bekleyin. Bir yere ayrılmayın” dedi İrfan ve hızla ayrıldı. 5 ve 4.katlar temizdi. 3.katta bir fenriri etkisiz hale getirdi. 2.katta onu başka bir fenrir bekliyordu. Fenrir tepki dahi veremeden onu da etkisiz hale getirdi. 1.katı kontrol etti. Temizdi. Zemin katta 3 fenrir ile karşılaştı. İki tanesini birbirine çarpıştırarak öldürdü. Ardından bıçağıyla üçüncüsü de etkisiz hale getirip yukarı çıktı. Tüm bunları yapması bir dakika bile sürmemişti.

İrfan diğerlerinin yanına gelirken “Bina temiz” dedi. Diğerleri birbirlerine baktı. İrfan’ı kabul etmişlerdi ama yine de şaşırıyorlardı. İrfan camın önünde yere oturdu. Bulundukları yer yurdu ve çevresini görüyordu.

Ayla çantasından dürbünü çıkardı. Yurda baktı. Pencereleri gözetliyordu. “Bir hareket görmüyorum ama sanki uçuşan bir şeyler var içeride”

Bunu İrfan da fark etmişti. Kelebeğe benziyordu ama İrfan onların canlı olduğunu düşünmüyordu. “Gördüm” dedi. “Bana pek iyi bir şeymiş gibi gelmiyor” İçgüdüleri oraya girmemelerini söylüyordu. İçgüdüleri onu çoğu zaman haklı çıkarmıştı. Farklı hissediyordu İrfan. Belki de onun üstesinden kolayca gelebileceği bir şeydi.

İrfan yurda bakmayı sürdürdü. “Tek gideceğim. Bu uçan şeyler iyi bir şey gibi gözükmüyor” Ardından ANN’a seslendi. “ANN?”

“Eğer bilinmeyen bir şeyle karşılaşılmışsa tedbirli hareket etmek gerekir. Hayatta kalmanın kurallarından biri de budur. Ancak ne olduğunun da gözlemlenmesi gerekir ki daha sonra karşılaşılırsa üstesinden gelinebilsin” dedi ANN.

“Doğru” dedi Deniz. Top sakalını sıvazlıyordu.

İrfan ayağa kalktı. “Kontrol etmeliyim. Dördünüz burada kalın. Telsiz bağlantısını koparmayın”

Akın belindeki silahı kontrol etti. “3 kişi gidecektik”

İrfan “İçimden bir ses bunu çok büyük bir hata olacağını söylüyor” dedi. Diğerleri birbirine baktı. Ayla üstünde ufak bir baskı hissetti. İrfan çok az miktarda aura kullanmıştı. Ayla dışındakiler bunu hissetmemişti. Bütün aurasını bıraktığında ne olacağını düşünmeden edemedi. Çok az bir miktar aura bile diğerlerinin kararlarını etkilemiş olabilirdi.

İrfan önündeki büyük camı açtı ve direkt aşağıya baktı. Etrafta dolaşan bir fenrir vardı. Sonra tekrar yurda baktı. Diş hastanesiyle yurdu dört şeritli bir bulvar ayırıyordu. 14 tane fenrir saydı. 2 tanesi iki ayaklıydı. Yurdun bahçesinde 3 tane vardı. Hızlı bir şekilde yolu aşabilirdi. Fenrirler tepki veremeden yurda ya da en azından bahçesine girmiş olurdu. Bahçedekileri haklar ve yurda girerdi.

İrfan baltasını sol elinde hazırladı. Tabancası belindeydi. Arkasına bakıp “Görüşürüz” dedi ve 5.kattan atladı. Alttaki fenririn üstüne düşerken sağ yumruğuyla kafasını deldi. Yaratık ses çıkaramadan öldü. Yerinden fırlayarak yaratıkların arasından rüzgar gibi geçti. Yaratıkların arasından geçerken üçünü baltasıyla biçti. Diğer fenrirler bakmak için döndüklerinde sadece ölü yaratıkları gördüler. Bu yaratıkları alarma geçirdi. Bir şey onları avlamıştı. Bağırıp etrafta dolanmaya başladılar.

İrfan telsizden “Ses çıkarmayın. Görünmeyin” dedi.

“Pekala” dedi Ayla telsizden

Akın olanları izledikten sonra “Demek ki kendilerinden birkaç tanesini ölü görünce kendilerini korumaya çalışıyorlar, araştırıyorlar. Bu zeka belirtisi” dedi. Bunu aklına not almıştı.

İrfan bahçedeki yaratıkların da icabına baktıktan sonra yurda girdi. Yurtta ağır bir rutubet kokusu vardı ve nasıl oluyorsa pencereler açık olmasına rağmen ortam karanlıktı. İrfan ortamın havasız olduğunu hissetti.

“ANN. El fenerin var mı” dedi.

“Evet. Mobil Platform’da el feneri mevcut ama pek güçlü değil” dedi ANN.

İrfan ışığı yanan mobil platformu eline aldı.  “Bana yeter” dedi ve önündeki duvara tuttu.

İrfan gördüğüne inanamadı. Duvar ile tavanın birleştiği yerde kalın, kırmızı-siyah renklerde atan bir damar vardı. O damardan çıkan küçük damarlar duvarın çoğunu kaplıyordu. “Görüyor musun?” dedi İrfan.

“Evet” dedi ANN. “Fotoğraf çektim”

İrfan sağına soluna baktı. Her iki tarafında da uzun koridorlar vardı. Sağdaki koridor başlamadan önce yukarı çıkan ve aşağıya giden bir merdiven vardı. Hemen solunda ise asansör bulunmaktaydı. Etrafta kırmızı renkli, küçük, yaprak gibi şeyler uçuşuyordu. İrfan sağ taraftaki koridora doğru ilerledi. Damarlar her yerdeydi ve bir şey pompalıyor gibi görünüyorlardı. İrfan baltasını ve Mobil Platform’u sıkı sıkı tutarak ilerlemeye devam etti. Koridorun bitimine yakın bir kapının önünde durdu. 104 yazıyordu kapının yanındaki küçük tabelada.

İrfan kapıyı yavaşça açtı. İçerisi kırmızı bir ışıkla doluydu. İrfan’ın gözleri kamaştı ama çabuk alıştı. Geniş bir odaydı. Parçalanmış yataklar, dolaplar, raflar vardı. Odanın ortasında tanımlayamadığı bir yığın vardı. İrfan yavaş yavaş yaklaştı. Yığının aslında bir ceset topluluğu olduğunu fark etti. İrfan incelemek için eğildi. Baltasıyla bir cesedi çevirdi ve öylece kalakaldı.

Babasıydı. Yüzünü net bir şekilde görmüştü. Kirli sakallı ve saçsızdı. Sol kolu ve bacakları yoktu. Yenmişti. İrfan derin derin nefes almaya başladı. Babasının yanında annesini ve kız kardeşini gördü. Annesinin vücudunun sağ tarafı neredeyse tamamen yoktu ama yüzünde herhangi bir iz yoktu. Kahverengi uzun saçları topluydu. Kız kardeşi annesine dik bir şekilde uzanıyordu. Onun saçı da kahverengi ama kısaydı. Karın bölümü tamamen parçalanmıştı.

İrfan’ın midesi bulandı ve kustu. Gerçek olamazdı. Ailesi buraya hiç gelmemişti. Fakat vahşiçe katledilmiş bir şekilde önünde duruyorlardı.  İrfan gözünün ucuyla tanıdık bir simaydı daha gördü. Kafasını sağa çevirdi ve Tuğçe’yi gördü. Belinden aşağı yoktu. İç organları dışarı saçılmıştı. İrfan panikle derin derin nefes aldı. Onlar ayrıldıktan hemen sonra kampa mı saldırmışlardı. İrfan Tuğçe’ye yaklaştı.

Tuğçe’nin kanlanmış gözleri bir anda açıldı ve elini uzattı. “Neden bizin kurtarmadın? Senin adını haykırırken neredeydin?” dedi Tuğçe.

İrfan sendeleyip yere düştü. Tuğçe ona doğru sürünmeye başladı.

“Biz kardeş değil miydik?” kardeşi de ona doğru sürünüyordu. Annesi ve babası da öyle. İrfan donakaldı.

Sağ taraftan bir yerden “Hey” diye bir ses geldi ve sağ elinde bir sıcaklık hissetti. Mobil Platform yere düştü. İrfan doğrulup onu aldı ve ayağa fırladı. Arkasını döndü ama kapı kaybolmuştu. Tuğçe ve ailesi yavaşça ona yaklaşıyordu. İrfan kaçmalıydı ama kapıyı bulamıyordu. Sonradan güçlü olduğunu hatırladı. Cesetlerin üstünden odanın öbür ucuna atladı. Tüm gücüyle duvarı yumrukladı. Duvarda büyük bir delik açıldı. İrfan delikten dışarı atladı.

Temiz havayı içine çektikten sonra kendine geldi. Çok fazla terlemişti. Nefesini düzenlenledi. Korkarak da olsa arkasına baktı. Bir ceset yığını vardı ama ailesi ve Tuğçe aralarında yoktu.

“Hey!” diye bağırdı ANN.

İrfan ekrar baktı.

“Bir süredir dikkatini çekmeye çalışıyorum” dedi ANN.

İrfan normale döndü. “Halisünasyon gördüm. Bu bina her neyse zihnimle oynadı” dedi İrfan.

“Cesetlere bakıp yığıldığını algıladım. Demek ki bu yüzden. Sesle uyarmaya çalıştım tepki vermedin. Ben de Platform’un ısısını arttırdım. En azından seni harekete geçirdi” dedi ANN.

“Teşekkürler” dedi İrfan. “Bu binayı kesinlikle kullanamayız”

“Dediklerin doğruysa evet. Kullanamayız” dedi ANN.

İrfan onayladıktan sonra diğerlerinin yanına dönmek için diş hastanesi doğru fırladı. Direkt olarak 5.kata atladı ve içeri girdi.

Ayla gülerek “Kapıdan çıkabilirsin” dedi.

İrfan gülümsedi. Kimleri gördüğüne değinmeden kısaca binayı anlattı. Daha fazla soru sormamaları için az miktarda aura saldı. Bunu yine sadece Ayla hissetti.

İrfan konuyu değiştirdi. “Bu binada kesinlikle kalamayız”

Akın “Otel o zaman” dedi.

İrfan “Evet. Otel” dedi. “Yarın bir grubu gözlemlemeye göndeririz. Uygunsa, ertesi gün grubu taşırız”

“Peki” dedi Akın.

“Geri dönelim” dedi İrfan. Grup toparlanıp geldikleri yoldan geri dönmeye başladı. Saat öğle olmuştu. Kampa döneceklerini bildirdiler. Öğle sıcağında jipe doğru yürüdüler. Yaratıklardan sakınarak yavaşça ilerlediler. İrfan’ın aklı gördüklerindeydi. Tuğçe’yi görmeyi istiyordu. Ailesini istiyordu. Ancak büyük ihtimalle ailesini bir daha hiç göremeyecekti.

Yavaş bir şekilde ilerleyerek jipe ulaştılar. Bıraktıkları gibiydi. Atlayıp kampa döndüler. İrfan yolu ve ağaçları seyrediyordu. Diğerleri de sohbet ediyordu. Çok geçmeden kampa vardılar. İrfan araçtan atladı. Hiçbir şeyini yanına almadan doğruca onları karşılayan grubun içindeki Tuğçe’ye doğru yürüdü ve sıkı sıkı sarıldı. Tuğçe de ona karşılık verdi. Tuğçe’nin sezgileri güçlüydü, bir şey olduğunu anlamıştı.

İrfan arabadan çantasını ve baltasını alıp çadırına yerleştirdikten sonra elini yüzünü yıkamak ve kafasını toplamak için dereye doğru yürüdü. Normalden hızlı yürüdüğünü fark etmemişti. Onun yurt hakkındaki diyeceklerini bekleyenlerin arasından hızla geçti. Biraz yürüdükten sonra dereye ulaştı. Bir müddet kendi yansımasını izledi. Sakalları uzamıştı iyice. Saçları da toplanacak kadar olmasa da uzundu. Elini yüzünü yıkadı. Saçlarını hafifçe ıslatıp yere oturdu.

Arkasından toprağa basan ayakların seslerini duydu. Ritminden Tuğçe olduğunu anladı. Tuğçe gelip yanına oturdu. “Ne oldu?” dedi.

İrfan gördüklerinin hepsini ona anlattı. Hissettiklerini de…

Tuğçe İrfan’ın omzuna kafasını yasladı. “Ben de olsam aynısını hissederim” dedi. Kafasını kaldırarak İrfan’a baktı. Gözleri canlılık ile doluydu. “Gerçek olmadığını biliyorsun. Ben buradayım. Senin yanındayım ve burada kalacağım” dedi ve gülümsedi. İrfan’ın karşılık vermesine fırsat vermeden ayağa kalktı. İrfan’ı kolundan çekti. Tabii ki gücü İrfan’ı kaldırmaya yetmezdi ama İrfan yine de onun kendisi kaldırmasına izin verdi.

“İnsanlar seni bekliyor” dedi Tuğçe

İrfan nefes vererek yürümeye başladı. İnsanlar onun söyleyeceği şeyleri bekliyordu. O ise Tuğçe’nin…

İrfan kampa geri dönünce herkesi topladı. Detaylara girmeden başından geçenleri anlattı. “Yarın otel için bir gözcü takımı göndermeyi düşünüyorum. Bir gece orada kalacak ardından biz geleceğiz” Gruptan birkaç kişi gönüllü oldu. “Burak, Kaan, Tuana…  3 kişi yeterli. Detayları yarın sabah konuşuruz. Erken çıkmanıza gerek yok” dedi. Seçilenler onayladıktan sonra grup dağıldı.

Tuğçe ile konuştuktan sonra zihninin açıldığını hissediyordu. Kafasını toplamıştı. İrfan bir yaratıktı hatta bir süper kahramandı ama neticesinde o da bir insandı. Sığınacak bir limana ihtiyacı vardı. Güvenli ve sarsılmaz bir liman… Bunu kendisi de Tuğçe de biliyordu. Olabilecek en iyi liman yanındaydı zaten.

Önceki Bölüm Sonraki Bölüm