İrfan’ın dönüşünün ertesi günü yola çıktılar. Normal şartlar altında bir günden daha kısa sürede rahatça gidebilecekleri yolu, daha temkinli ve yavaş olarak iki günde gittiler. İrfan bu yeni gücünü ve kolunu yolculuk boyunca saklamayı başardı. Yolculuk sakin geçmişti. Bir iki olay yaşanmıştı tabii ki ama bunlar grubun içinden çıkamayacağı olaylar değildi. İkinci günün öğle saatlerinde binanın olduğu ağaçlık alana geldiler. Ancak ağaçlar sık olduğu için araçları binanın önüne çekemediler. Bu yüzden mümkün olan en yakın yere bıraktılar ki yinede bina ile araçların arasında 200-250 metre vardı. Araçlardan inip İrfan’ın gösterdiği yöne doğru yürümeye başladılar. Çok geçmeden bina görüş alanlarına girdi. Etrafı yüksek, metal çitlerle kaplıydı. Üzerindeki tabelalarde “Dikkat Elektrik” yazıyordu. İrfan bu bu çitleri görmemişti rüyasında. Burak uzanıp dokunmak isteyince İrfan onu durdurdu. Binanın tabelasını gösterdi. Mavi bir şekilde parlıyordu.
“Elektrik var” dedi İrfan.
Tuana “Elektrik mi? Gittiğimiz hiçbir yerde yoktu. Burada nasıl var?” dedi saçıyla oynayarak.
İrfan “Bilmiyorum ama elektrik olmasaydı bu tabela herhalde parlamazdı” dedi.
Burak “Nasıl keseceğiz telleri?” dedi.
Tuğçe sap taraftan bir yerlerden “Kapı var ama parmak izi okuyuculu” diye seslendi.
İrfan birkaç metre sağ taraftaki metal, uzun kapıya yöneldi. Kapıyı şöyle bir inceledi. “Eğer buraya girmem isteniyorsa bu kapının açılması lazım” dedi. Sağ elinin baş parmağını okuyucuya okuttu ve kapı açıldı.
İrfan hak verircesine kafasını sallayıp içeri girdi. Binanın önünde durdular.
Karşılarında başka bir kilitli kapı vardı. İlk önce kadınsı bir robot sesi duyuldu. “Hoş geldiniz. İrfan Ömür” dedi ses ve o kapı da açıldı.
Bina ofis gibi tasarlanmıştı. Camdam kabinlerde bilgisayarlar vardı. İrfan “Eğer elektrik varsa çalışır. Bakalım içlerine” dedi. Diğerleri yukarıda kalıp bilgisayarların başlarına geçti. Ardında İrfan bodrum kata inmeye başladı.
Rüyasındaki gibi geniş bir yere indi. Depo benzeri çok geniş bir yerdi burası. Tam ortada saydam bir oda gördü. Oraya yürüdü. Odanın ortasında saydam bir kutunun içinde süzülen, mor parlayan şeyi gördü. Başka hiçbir şey yoktu. Saydam ddanın devasa kapısının önüne geldi. Rüyasındaki gibi kan damlatması gerekecekti. Arkasına ve etrafına baktı. Kimse yoktu. Sol elinin eldivenini çıkarıp, sağ elini soluyla çizdi. Sonra hızla geri taktı eldiveni.
Yine o kadınsı ses “Analiz ediliyor” dedi. Birkaç saniye sonra “Mutant doğrulandı. Hoşgeldiniz. İrfan Ömür” dedi ve kapı açıldı.
İrfan içeri girdi. Yavaş adımlarla kutuya doğru giderken kutunun kapağı açıldı. İrfan kutuya elini soktu. Taş eline düştü. Ardından o robotik ses yeniden duyuldu. “Kimsenin dokunmasına izin vermeyin. Mutantlar dışında biri dokunursa yok olacaktır” dedi ses.
İrfan “Pekala” dedi. Dikkatlice tuttu nesneyi. Belli belirsiz bir titreşim sesi geliyordu. Diğerleri duyamayabilirdi bu sesi. Elinde tartar gibi yaptı. Beklediğinden daha hafifti açıkcası. Ne olduğunu halen bilmiyordu. İrfan yukarı, giriş katına çıktı. Burak ve Ayla bilgisayarların başındaydı.
“Diğerleri nerede?” dedi İrfan.
“Yukarıda” dedi Ayla bakmadan. İrfan sadece onun sarı saçlarını görüyordu.
Bir üst kata yöneldi İrfan. Bir sürü kutu gördü. İçleri çeşit çeşit, şeffaf kaplarla doluydu. “Nedir bunlar?” dedi İrfan.
Odanın öbür ucunda, masanın üstüne yayılmış kağıtları okuyan Tuğçe “Onları bilmiyorum da burada insanlığın başına bir felaket gelmesi durumunda çoğu şeyin kolaylıkla nasıl üretileceği yazıyor” dedi.
İrfan oraya doğru yürüdü. Aşağıdan aldığı taşı ise dikkatlice ceketinin cebinde yerleştirdi. Tuğçe kafasını kaldırıp baktı. Gözleriyle İrfan’ın yaklaşmasını takip etti. İrfan masanın etrafını dolaşıp Tuğçe’nin yanına geldi. “Bakalım” dedi. Sağ elini Tuğçe’nin sırtına koydu.
Tuğçe İrfan’ın sol koluna bakıyordu. İrfan’ın açıklaması ona şüpheli gelmişti. Eğer gerçekten yaralandıysa sargılarını niye değiştirmemişti? Eldiven takmanın manası neydi? Bunları sormaya karar verdi ama yalnız kaldıklarında. Tabii kendisi açıklamazsa ilk.
Tuğçe bakışlarını İrfan’a çevirdi. “Bana her şeyi anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?” dedi.
İrfan neden bahsettiğini hemen anlamıştı. “Endişelenecek bir şey yok” dedi gülümseyerek. Tabii ki anlatacaktı İrfan. Tabii ki bilecekti ama korkuyordu İrfan. Öğrendiğinde ondan uzaklaşmasıdan korkuyordu. Sonsuza kadar saklayamazdı. Anlatacaktı her şeyi yakında.
İrfan önündeki kağıtları inceledi. Bir insanın günlük yaşantısını sürdürebilmesi için gerekli olan araç ve gereçlerin, yiyeceklerin, içeceklerin, kıyafetlerin ve bunlar gibi birçok şeyin nasıl üretileceği anlatıyordu. Onların dışında iletişim araçları, savunmak için silahların ve çeşitli alanlarda kullanılabilecek basit makinelerin nasıl yapılacağı da anlatılıyordu.
“Bunları alalım” dedi İrfan.
“Tamam” dedi Tuğçe.
Odanın sol tarafında ise Tuana ve Adem bir soğutucu odanın önünde duruyorlardı. Tuana İrfan’a seslendi. “Şuna baksana bir”
İrfan bu sefer oraya yöneldi. Kasapların kullandığına benzer soğuk bir odaydı. Ancak kapısı çok daha güvenliydi. Kapının üstünde “Tohum Odası / Seed Room” yazıyordu. “Açmamız gerek” dedi İrfan
Tuana ona son derece imalı bir bakış attı. Kapının zaten açılması gerekiyordu.
İrfan Tuana’ya bıkkın bir bakış attı. Yine bir parmak okuyucu vardı. İrfan sağ baş parmağını okutunca robotik ses “Hoşgeldiniz. İrfan Ömür” dedi ve kapı açıldı.
Açılan kapıdan içeri ilk Tuana. İrfan Tuana’yı takip etti. “Bugün formundasın yine. Meraklı” dedi İrfan. Tuana ona bakmadan odayı inceliyordu.
“Alıştım artık çünkü” dedi Tuana. “Geçmişte yaşamanın manası yok. Yarın ne olacağını zaten bilmiyoruz. Bugünüde bırak yaşayayım” dedi tohumları incelerken.
“Doğru” dedi İrfan sol tarafta kalanları incelerken.
Tohumları çelik raflarda, plastik poşetlere benzeyen poşetlerde, vakumlanmış halde sıra sıra duruyordu. İrfan tek tek inceledi hepsini. Hemen hemen her şeyden vardı. Meyveler, sebzeler, ağaçlar ve hatta çiçekler.
İrfan “Doğaya bir şey olmadı. Büyük ihtimalle bunlar göktaşı gibi bir felaket için hazırlanmıştı. Alalım hepsini” dedi.
“Peki” dedi Tuana ve İrfan’la ikisi soğuk odadan çıktılar.
Adem o sırada kutuları ve içindekileri inceliyordu. “Sahte Taş Kapları” dedi kendi kendine. “Ne ola ki?”
İrfan‘ın zihni yeniden çalışmaya başladı. Şekillerin bazılarının bodrumdan aldığı nesneyle aynı olduğunu gördü. “Sahte taş…” dedi kendi kendi. “Eğer bunlar sahteyse, gerçeği bu olmalı” diyerek cebinden taşı çıkardı. Diğerlerinin bakışı hemen ona doğru çevrildi.
Tuğçe “Çok güzelmiş” dedi taşa bakarken.
“Vay” dedi Tuğçe. Taşın güzelliği ve parlaklığı onu etkilemişti. Dokunmak için uzandı ama İrfan onu engelledi. “Mutant dışında kimsenin dokunmaması lazımmış” diye uyardı. Tuğçe, İrfan’ın bu uyarısını dikkate aldıp elini çekti.
İrfan hemen konuya döndü. Eline sahte taş denilen şeylerden bir tane aldı. Gerçek olanıyla bir anlığna dokundurup çekti. Gerçek olanından sahtesine çok az bir miktar ışık geçti. Sahte olan soluk bir şekilde parlamaya başladı.
“Hmmm…” dedi İrfan düşünceli bir şekilde.
“Ne oldu?” dedi Tuana.
“Hiçbir şey anlamadım” dedi İrfan. “Buralarda bununla ilgili bir bilgi olmalı herhalde. Yoksa çok saçma olur”
Tuğçe “Bir sürü belge var. Aşağıda en az 10 tane bilgisayar var. Bulmak zaman alır” dedi.
İrfan bir an düşünüp cevap verdi “O zaman bugün burada kalalım. Duruma göre yarın da kalabiliriz. Sonuçta dönmek için 5 günümüz var” dedi. Etrafındakiler onu onayladı. Ardından topluca aşağı indiler.
Ayla ile Burak halen bilgisayarların başındaydı. İrfan “İlginç bir şey var mı?” dedi.
Burak koltuğunda esneyerek “Yok” dedi. “Saçma sapan şeyler.”
İrfan yukarıda bulduklarını, yaşı ve bugün burada, gerekirse yarın da burada kalabileceklerini anlattı. Grup bunu onayladı. Araştırmaya devam ettiler.
Akşama kadar araştırmalar devam etti. Bilgisayarları, binayı, üst katı ve bodrumu araştırdılar. Toplamda 14 bilgisayar vardı ve bazıları belgelerle doluydu. Hava kararırken elle tutulur ilk bilgiyi Burak buldu.
İrfan üst katta uyumayı teklif etmişti. Grup kabul edince, bilgisayarları araştıran grup olan Burak, Adem, Tuana hariç diğerleri üst katta yatmak için düzenlemeler yapıyorlardı. Hava zaten sıcaktı. Ateş yakmayacaklardı ki zaten etraf yanabilecek şeylerle doluydu. Düzenlemelerle uğraşırken İrfan, Tuğçe’nin sol koluna attığı sık bakışları fark etti. İrfan gece bazı şeylerin açıklanması gerektiğini düşündü.
İrfan kutuları kenara çekerken aşağıdan Tuana’nın seslendiğini duydu. İrfan aşağı indi. Arkasından Ayla ve Tuğçe onu takip etti.
İrfan “Ne oldu?” dedi. Tuana, binaya girerken sağ tarafta kalan bölmelerin üçüncüsünün içindeydi. İrfan, Tuana’ın göz hareketlerinden bir şey okuduğunu anladı. Onun yanına gitti.
Tuana “Senle ilgili ilginç şeyler buldum” deyince herkes oraya hareketlendi. İrfan ekrana baktı. Herkes etrafında toplandı.
Tuana 208 sayfalık bir belgeye bakıyordu. İrfan’ın bilgilerini açtı hemen. Doğum yeri, tarihi, bütün kimlik bilgileri vardı. Hangi okula gittiği, nerelerde bulunduğu ve hatta başarılı olduğu alanlar bile yazıyordu.
“Neler biliyorlarmış” dedi Burak ıslık çalarak.
“Ben bile bu kadarını bilmiyordum” dedi İrfan.
Tuana diğer sayfalara geçince başka bir şeyin işaretlendiğini gördü. İrfan daha bebekken, bebeklerde sinir sistemini etkileyen ve ölümcü bir hastalık olan Krabbe hastalığı teşhisi konmuştu. Bu hastalığa sahip olan bebeklerin ölümüne kesin gözüyle bakılıyordu ama İrfan ölmemişti.
Herkesin kafası karışmıştı. Tuana belgenin en başına döndü. “Buraya bakın” dedi.
Humanity’s Saviours (HS) projesinden bahsediyordu belge. Bu proje insanlık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa diye yürütülen, çok uluslu, yüz milyarlarca dolarlık, gizli bir projeydi. 1964 yılında başlatılmıştı ancak bitiş tarihi yoktu.
Proje eş zamanlı ilerleyen iki bölümden oluşuyordu. Birincisi 0-2 yaş arası, ölümcül ve tedavisi olmayan veya zor olan bebek ve çocukların üzerindeydi. Bu çocukların ailelerine ulaşılıp, onlara deneysel bir tedavi yapılacağı ancak başarı şansının çok düşük olduğu söylenir. Aileler kabul ederse, çocuklar alınıp “mutant” dedilen ve bir felaket durumunda insanlığı tekrar ayağa kaldırabilecek kişilere dönüştürmeye çalışılır. 1678 ailenin çocukları alınıp, çalışılmış. Bunların 1489’nun tedavisi başarısız olmuş. Kalan 189 çocuğun 183’ü tedaviye başarılı cevap vermiş ancak mutant belirtisi göstermemiş. Sadece 6 çocuk mutant olabilmiş.
“Vay” dedi İrfan bunları okuyunca. “Demek ben bir mutantım” dedi. Ardından “Eğer gerçekten bir canavar olsaydım, bu kol daha önce ortaya çıkmış olurdu” diye düşündü.
Belgeye göre her mutant iki özelliğe sahipti. Biri kişisel biri toplum içindi. Tek bir istisna vardı. Planlanan son denek olan İrfan. 3 özellik gösterebilmişti. İrfan’nın bedeni geçirdiği hastalıklardan sonra daha güçlü bir hale gelebiliyordu. Hastalık ne kadar ciddiyse, kazandığı güç o kadar fazla oluyordu.
Bunu okuyunca Ayla “O zaman bol bol hasta ol” dedi. Tuğçe sert bir bakış atınca bir şey daha diyemedi.
İrfan’ın bir diğer özelliği hızlı öğrenebilmesiydi. Bir şeyi öğrenebilmesi için sadece duyması veya izlemesi yeterliydi.
İrfan “Bunu biliyorum zaten” diyerek omuzlarını silkeledi.
İrfan’ın planlamayan özelliğine ise “aura” ismi verilmişti. İrfan kendi duygu ve düşüncelerini yoğunlaştırarak diğerlerinin duygu ve düşüncelerini kontrol edebiliyor ve değiştirebiliyordu.
Burak, İrfan’a dönerek “Bu çok tehlikeli” dedi.
Herkes kadar şaşırmış olan İrfan “Evet” dedi. “Bu özelliğimi kullanmamayı öğrenmeliyim.” Gerçekten kendinden korkmuştu.
Ayla elinin saçlarının arasında gezdirerek “Bu yüzden mi seni takip ettik?” dedi. İrfan bilmediğini belirtmek için kafasını salladı. Ayla ardından Tuğçe’ye döndü. “Peki sence…” dedi.
Tuğçe onun ne soracağını anlamıştı. “Hayır” dedi. “Ben İrfan’ı zaten bir süredir seviyordum zaten” dedi. “Zaten şuraya bakın” diyerek ekranı işaret etti.
Bir not düşülmüştü. “İrfan’nın bu özelliğinin tehlikeli olabileceğini düşünülerek hareket edilmelidir. Diğer insanlar İrfan’ın bu özelliğinin varlığını bilirse, bu özelliğin kullanıldığıda yarattığı basıncı hissedebilir ama etkilenmeyebilirler. Aura gücü sınırsız şekilde gelişebilir ve fiziksel hasarlr yaratabilcek seviyeye gelebilir.
Ayla “O zaman biz bağışık sayılabiliriz. Peki ya diğerleri?”
Burak hemen bir fikir üretti. “Söylemeyelim. İrfan sayesinde kayıp yaşamadık. Ben güveniyorum” dedi.
İrfan “Belki auramdan dolayı güveniyorsun” dedi.
Burak “Hayır. Tuğçe’ninki gibi… Ben sana okuldayken de gayet güveniyordum.”
Bu yüzden 5 olması planlanan mutant sayısı belki bir kişi daha 3 özellik gösterir diye devam ettirilmişti. Ancak sadece bir kişi 2 özellik ortaya çıkarabilince deneyin ilk kısmı sonlanmıştı. Diğer mutantların kim olduklarını bulmaya çalıştılar ama sadece isim ve ülke olarak geçiyordu. İlk mutanttan sona kadar şöyleydi. Alexandra Sutherland – Litvanya, David Andrew Collins – Kanada, Haruyama Natsou – Japonya, Rebecca Ofana – Kamerun, İrfan Ömür – Türkiye ve Irene Salzmann – İsviçre…
İrfan isimlere baktı. Eğer bu isimlerle birlikte insanlığı ayağa kaldıracaklarsa, bu kişileri nasıl bulacaktı? Dünya’nın her yerindelerdi. İrfan kendi yaşantılarına odaklanmayı seçti. Fakat ilk fırsatta onları bulmaya da niyetliydi.
İrfan ekrana bakmayı kesip yerinde dikleşti. “Bugünlük bu kadar yeter bence. Yarın devam ederiz” dedi. Grup onayladı. Topluca üst kata çıktılar. Bir şeyler yediler. Sohbet ettiler. İrfan ilk nöbeti tutacağını söyledi. Diğerleri yattı. Bir kişi hariç.
İrfan bir sandalyeye oturmuş, üst katın penceresinden ormana bakıyordu. Binadan hafif bir ışık dışarı yayılıyordu. Onun dışında tamamen karanlıktı. İrfan’nın normal şartlar altında binanın çevresindeki çitleri zar zor görebilmesi lazımken o oldukçe ileriyi rahatlıkla görebiliyordu. Ağaçların arkasında kalmasa araçlarını bile görebilecekti. İrfan yavaş yavaş alışıyordu.
Arkadan birinin sessizce yaklaşmaya çalıştığını duydu. Kim olduğunu bildiği için dönüp bakmadı. Tuğçe yanına gelince ayağa kalkıp yer vermek istedi. Tuğçe ise başka bir sandalye bulup getirdi. İrfan’ın soluna oturdu.
İrfan “Uyuyamadın mı?” dedi.
Tuğçe “Hayır” dedi. “Senin bir şey sakladığını düşünüyordum”
İrfan topun kendisine atıldığını anlamıştı ama zaman kazanmak istedi “Nasıl yani?”
Tuğçe bu söze gerçekten sinirlenmişti. Yumruklarını sıktı. Eğer diğerleri uyumasaydı İrfan’a bağıracaktı. Derin bir nefes vererek sakinleşmeye çalıştı. “Benimle oyun oynama” dedi dişlerini sıkarak. Sonra biraz daha sakinleşti. Daha yeni sevgili olmuşlardı bu yüzden kavga etmek istemiyordu. İkisi de birbirlerinin kendilerini hayata bağlayan şey olduğunun farkındaydı. Tuğçe devam etti “O kadar yaratığın içinden nasıl çıktın? Kolun yaralandıysa niye bandajlarını hiç değiştirmedin? O eldiven ne alaka?”
İrfan artık saklamayacaktı. Sol elini uzattı Tuğçe’ye doğru. Tuğçe bir anlığına şaşırdı. İrfan hafifçe kafa sallayınca Tuğçe İrfan’ın elini eldivenin üstünden tuttu ve bir müddet dondu kaldı.
Birkaç saniye öyle kaldıktan sonra şaşkın bakışlarını İrfan’a çevirdi. İrfan sadece gülümsüyordu. Tuğçe “Sert” dedi. “Sanki kemik tutuyormuşum gibi”
İrfan Tuğçe’nin gözlerindeki paniği gördü. İş kontrolden çıkmadan önce bir şeyler demeliydi. “İlk önce şunu söyleyeyim: Ben hala benim ya da öyle olduğumu düşünüyorum” dedi.
İrfan ilk önce ceketini çıkardı ve sandalyesine astı. Ardından yavaşça bandajlarını ve eldivenini çıkardı. Sırrını ilk önce hayatındaki en önemli kişiye göstermişti. Tuğçe’nin gördüğü şeyler gerçek dışı gibiybi. Hiç tepki vermeden izledi. Sevdiği kişinin bir kısmı yaratıktı. İrfan’nın koluna öylece baktı. İrfan sessizce oturuyordu.
Tuğçe elini uzatıp hafifçe dokundu İrfan’nın koluna. Gerçekten de bir kemik gibi hissettiriyordu. İrfan gergin bir şekilde izliyordu. İrfan’a göre Tuğçe bağırıp kaçıp gidecekti. Sonra herkes uyanıp İrfan’a bakacaktı. Onlar da ilk önce şaşıracak sonra onlar da kaçacaktı. İrfan yalnız kalacaktı. Bir süre sonra ya o yaratıklardan birisi olacaktı ya da ölecekti.
İrfan bunları düşünürken Tuğçe onu tekrar gerçek hayata döndürdü. “Acıyor mu?” dedi.
İrfan onun sesinde korkudan eser olmadığını görünce biraz şaşırdı. Sadece şefkat vardı. “Hayır” dedi İrfan. “Peki sen bundan korkmuyor musun?”
Tuğçe parmaklarını onun kolunda gezdiriyordu. “Hayır. Kesinlikle hayır” dedi gülümseyerek.
İrfan “Ama ben bir canavarım. Ya kontrolden çıkıp sana zarar verirsem?” dedi. Sesindeki endişeyi artık saklamıyordu.
Tuğçe onun kolunu sıkıca tuttu. “Birincisi sen bir canavar değilsin. İkincisi sen kimseye zarar verecek birisi dedeğilsin” dedi. Tuğçe bir sandalye çekti. “Anlat” dedi.
İrfan başından geçenleri anlattı. Yaratıklarla yaptığı savaşı, yenilişini, kolunun koparılışını, bilincini kaybedişini ve yeni güçlerini… Hepsini anlattı.
Tuğçe ciddiyetle dinledi. Bitene kadar herhangi bir yorum yapmadı. Bittikten sonra yine İrfan’nın beklemediği bir şey söyledi. “Yani sen bir süperkahramansın” dedi ve güldü.
İrfan “Öyle de denebilir” dedi yere bakarak.
Tuğçe de insanları okuma konusunda en az İrfan kadar iyiydi. Öne doğru eğilip “Utanılacak bir şey yok ama daha fazla saklama insanlardan” dedi İrfan’ın sol koluna dokunarak.
“Sabah açıklayacağım” dedi İrfan. “Seni endişelendirdiğim için üzgünüm. Git biraz uyu”
Tuğçe “Sen uyumayacak mısın?” dedi kafasını hafifçe sağa yatırarak.
İrfan “Benim artık uykuya fazla ihtiyacım yok” dedi. Doğruyu söylüyordu.
Tuğçe omuz silkti. “Peki” dedi. İçten bir şekilde gülümseyerek ayağa kalktı. “Ben yatıyorum o zaman” diyerek önceden hazırladığı yere yatıp uyudu.
İrfan asıl o zaman yalnız olmadığını fark etti. Yaklaşık 20 dakika sonra Burak ile nöbet değiştirince uyuma fırsatı buldu. O ana kadar neredeyse hiç uyumamıştı ve gerçekten uykuya eskisi kadar ihtiyaç duymuyordu. Uyandığında Güneş doğuyordu. Tahminen 3 saat kadar uyumuştu ama oldukça enetjik hissediyordu. Doğrulup halen uyuyan Tuğçe’ye baktı. Gülümseyip ayağa kalktı.
Ayla nöbet tutuyordu. “Günaydın” dedi İrfan.
Ayla dışarı bakarken bir şeyler yiyordu. İrfan onun kraker olduğunu farketti. “Günaydın” dedi Ayla. “Yumurta yemeyi özledim.”
İrfan sessizce güldü. “Yakında yiyeceksin. Merak etme” dedi. Odanın köşesine gidip masanın üstünde duran torbayı açtı. Biraz karıştırıp bir kuru yemiş paketi buldu ve yemeye başladı. Oturup eski dünyadan söz etmeye başladılar. Grubun diğer üyelernini uyanması bir saati buldu.
İrfan herkesin kendisine gelmesini bir müddet bekledi. Uyanan İrfan’a katıldı. Keyifler yerindeydi. İrfan’ı rahatlatmıştı bu. Herkes kahvaltısını edip kendine gelince İrfan grubu toparladı. Başına gelenleri ve kendisinde olan değişimleri anlattı. Sol kolunu gösterdi. Tiksinenler oldu ama herkes onu öyle kabul etti.
Ayla çenesi ovuşturdu. “Hastalıklardan sonra gelişiyorsun. Bir şeyi hemen öğreniyorsun. İnsanları etkileyen auran var ve insanüstü gücün var. Oyunlardaki yetenek ağacı gibi…”
İrfan’a mantıklı geldi. “Ee sonuçta amacım insanlığı kurtarmak. Bir oyunu bitirmenin en kolay yolu hile kullanmak değil mi zaten?” dedi hafifçe gülerek.
“Peki” dedi Burak araya girerek “Bu insanüstü güce nasıl eriştin? Ben bunu merak ediyorum. Yani biz bunca zamandır bir süper insanla mı okula gittik?”
İrfan biraz düşündü. “Benim bu konuda bir teorim var”
Bakışlar ona döndü. Herkes onun anlatmasını bekliyordu.
İrfan devam etti. “Benim güçlerimden biri geçirdiğim hastalıkların vücuduma pozitif etki etmesi. Benim hakkımda yazılana göre hastalık ne kadar ciddiyse, vücudumun yaşadığı gelişim o kadar fazla oluyor.” Biraz durup herkesin takip ettipinden emin oldu. “Bendeki bu gelişim…” Sol kolunu kaldırdı “Bu yaratıkların virüsüsye bendeki bu değişimi açıklayabilir.”
Ayla konuya girdi. Düşünürken yaptığı gibi saçlarıyla oynuyordu. “Daha önce yaptığımız operasyonlarda yaratıklar tarafından öldürülen insanların hiçbiri dönüşmemişti”
İrfan başıyla onayladı. “Evet doğru. Peki ya yaralananlar? Onlardan hiç görmedik”
Ayla “Doğru. Belki bu virüsün ölüyü diriltme gibi bir özelliği yok ama milyarlarca insan aynı anda yaralanmış olamaz” dedi.
İrfan düşündü “Haklısın. Başka bir etmen olmalı. Belki virüsü önceden kapmışımdır. Fakat insanların dönüştüğü ilk anda dönüşmem gerekirdi”
Tuğçe araya girdi. “Belki de virüs değildir. Bir mutasyon olabilir”
İrfan ona baktı ve omuz silkti. “Kim bilir? Uzunca bir süre öğrenemeyeceğiz gibi duruyor. Fazla yormayalım kendimizi. Araştırmamızı yapalım ve geri dönelim”
Herkes araştırmaya devam etti. Günün ortalarına doğru taşla ilgili bilgilere ulaştılar. “Enerji Taşı” adı verilen bu taş sınırsıza yakın bir güce sahipti. İnsanlığın yok olması durumunda insanlığa elektrik, mazot, doğalgaz gibi hayati kaynakların sağlanmasında kullanılması için her mutanta birtnae olacak şekilde üretildi. Bunun dışında silah ve bomba yapımında da kullanılabiliyordu. Hemen hemen her türlü kaba aktarılabiliyordu.
Taşın bir diğer özelliği etrafından enerji toplayıp kendini tekrar doldurabilmesiydi. Bunu yapmanın en iyi yolunun kinetik enerji olduğu yazılmıştı. Ancak ana taştan, diğer kaplara aktarılan enerji kendi kendini yenileyemiyordu ve başka bir tür enerjiye dönüştürüldüğünde tekrar eski haline gelemiyordu. Yine diğer kaplardaki enerji miktarı, miktara bağlı olarak, on yıllarca tükenmiyordu.
Bu notların altına büyük harflarle “MUTANT DIŞINDAKİLER ANA TAŞA KESİNLİKLE DOKUNMAMALIDIR” yazılıyordu. Bunun sonucunda hücresel parçalanma başlayacaktı.
İrfan cebindeki taşa dokundu. Kimsenin dokunmamış olması onu rahatlattı. Yine de etrafındakilere dokunup dokunmadıklarını sordu. Tahmin ettiği gibi kimse dokunmamıştı.
İrfan’nın zihni çalışmaya başlamıştı. Araştırmayı sonlandırmaya karar verdi o an. “Bu kadar araştırma yeter. Gidiyoruz” dedi.
Etrafındakiler ona baktı. Daha araştırılmayan bilgisayarlar, bakılmayan dosyalar vardı. Diğerlerinin aklında daha bir sürü soru vardı. İrfan bu düşünceleri sezmişti. Cebinden taşı çıkardı. “Elektiriğimiz var. Döndükten sonra da bakarız. Bilgisayarları toplayalım”
Burak ile Tuana bakıştı. Burak omuz silkip bilgisayarlardan birini sökmeye başladı. Diğerleri de aynısını yaptı. Grubun toplanması yaklaşık yarım saat sürdü. Üst kattaki kolileri ve tohumları indirdiler. İrfan son kolileri indirip kapının önüne bıraktı. “Hepsi bu kadar. Gidelim” dedi.
Bıraktığı kolileri alıp yürümeye bşlar başlamaz binadan bir ses yükseldi. Robotik bir kadın sesi “Beni de alın” dedi. İrfan omzunun üstünden binaya baktı. Taşıdığı kolileri yavaşça yere bıraktı. Binayı inceledi. Diğerleri de durup baktı.
“Kimsin?” dedi İrfan. Etrafına ihtiyatla bakındı İrfan.
Aynı robotik ses. “ANN” diye karşılık verdi. “Bana ihtiyacınız olacak. Tohumların olduğu yerdeyim.” İrfan arkadaşlarına baktı ve binaya girdi. Merdivenleri hızlıca çıktı ve tohum odasına girdi. Etrafına bakındı. Boş raflardan başka bir şey göremedi.
“Odanın en ucuna doğru ilerle. Bir sunucu göreceksin. Ön tarafında bir soket var. Oradan beni al” İrfan söylenenleri takip etti. Odanın sonunda büyükçe bir sunucu vardı. İrfan kısaca inceledikten sonra soketi gördü. Ufak bir düğmeye bastı. Soketten dışarı akıllı telefona benzer ancak daha geniş bir şey çıktı. Serverin ışıkları söndü.
İrfan elindeki cihaza baktı. Üzerinde tuş yoktu. Kullandığı telefona benziyordu. Ekran bir anda yandı. Gümüş, küt saçlı, animasyon bir kadın belirdi. “Merhaba. Ben ANN. Tanıştığıma memnun oldum” dedi robotik bir sesle ANN.
“Merhaba. Ben İrfan” dedi İrfan. “Sen nesin tam olarak?”
“Augmented Neural Network. Ben bir yapay zekayım. İnsanlığın sonu için hazırlandım. Amacım size yardımcı olmak” dedi ANN. Ekrandaki kadın çenesini ovuşturuyordu.
“Nasıl?” dedi İrfan.
“Süper bilgisayarlar gibi hesaplamalar yapıp size rehberlik edebilirim. Öneriler verebilirim” dedi ANN. Ekrandaki kadın kollarını birleştirmişti.
“Çok iyi” dedi İrfan gülümseyerek. Merdivenlere doğru ilerledi.
“Sunucuyu da almalıyız. Tam işlem kapasiteme öyle ulaşacağım. İlerleyen zamanlarda daha da fazla güce ihtiyacım olacağı için geliştirilmem de gerek. Planlarım hazır.
İrfan servera baktı. “Çekip, söküp götersem olur mu?”
“Kablolara ihtiyacımız olacak” dedi ANN.
İrfan ANN’ı serverin üstüne koydu. “Hepsini sökmem gerekiyor?” dedi İrfan.
“Evet” dedi ANN. “Nasıl sökeceği-”
İrfan ANN sözünü bitirmeden kabloları sökmüştü. ANN’ı eline aldı. Sunucuy omzuna alıp aşağı indirdi. Diğerleri onu orada bekliyordu. İrfan yukarıdaki kabloları indirmek için bir şey söylemeden tekrar binaya girdi. Kabloları alıp gelmesi birkaç saniye sürdü.
“Hepsi bu kadar mı?” dedi İrfan.
“Evet” dedi ANN.
İrfan etrafındaki meraklı gözlere baktı. Elindeki cihazı kaldırdı. “Kendisi ANN. Yapay zeka. Bize yardım edecekmiş” ANN kendini kısaca tanıttı.
Burak “Her şeyi düşünmüşler” dedi. “Peki bu serveri nereye yükleyeceğiz?”
ANN “Bilgisayarları almanıza gerek yok” dedi.
İrfan “Neden daha önce uyarmadın?” dedi ekrandaki kadına.
ANN “Gerekli olcadığını düşündüm” dedi.
İrfan omuz silkti. “Artık bizdensin.”
Grup tekrar kutuları yüklenip araçlara gittiler. Bilgisayarları binaya geri koydular. Jipe ve karavana taşıdıklarını balık istifi yüklediler ve geri dönüş yolculuğu başladı.
Yorum bırakın